| ||||||||||
| ||||||||||
EN ÇOK OKUNANLAR |
Bir Zamanlar Ermenek-(4)![]() 06 Haziran 2010, 19:43 BİR ZAMANLAR ERMENEK – (4) (Hapishaneden Bir Firar Var…!!!! ) Bir Zamanlar Ermenek isimli bu yazı dizimizde, ortaokul yıllarımızın geçtiği 1963-1966 yıllarına ait Ermenek günlerinden kesitler, şehir ve insan profilinden örnekler, eğitim, kültür, olaylar ve çevre konularında hatırda kalan anılardan tespitlerimizi sunuyoruz ve bazı hususların, bu günlerle bağlarını kurarak, yaşlılara nostaljik duygular yaşatmayı, gençlere de, geleceğe yönelik hedefler belirlerken dikkate almaları gerekli olan bazı konuları hatırlatmaya çalışıyoruz. 1963 yılının sonbaharında, Ermenek şehrinde Shell isimli bir benzin istasyonu vardı. Bu ismin Türkçe olmadığını anladığımdan, kime veya hangi dile ait olduğunu araştırdım. Dünya çapında faaliyet gösteren bir İngiliz şirketinin şubesi olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Çünkü, dünyada ve Türkiye’de onca büyük şehir ve ulaşılması kolay yerler varken, dünyanın öbür ucundan gelerek, tekerleğin değmediği, kuşun uçmadığı, kervanların geçmediği yer olarak adlandırılan Ermenek’te istasyon kurmak ve işletmek tuhaf geliyordu. Shell benzin istasyonu, şimdiki, Kaymakamlık/Heykel meydanındaki Akasya çay bahçesinin tam karşısında bulunan taş duvarın önündeydi. Anlatıldığına göre, bir kaç yıl önce, istasyonda gece bekçiliği yapan bir karı-koca, gece yarısı çıkan bir yangında yanarak hayatlarını kaybetmişti. Pınarönü köyünden olan bu ailenin oğlu da okulumuzda okuyor ve öğrenci yurdumuzda kalıyordu. Uzun yıllar sonra, İzmir /Konak’ta bir resim sergisini gezerken, bu arkadaşıma (Mehmet Ali) rastlamıştım. Kendisi resim öğretmeni olmuş ve İzmir’de bir lisede görev yapıyordu. Bu yazı dizisi için, 2009 yılı sonbaharında, incelemeler yapmak üzere Ermenek’e giderken, otobüste sohbet ettiğim bir arkadaş, Shell istasyonunun uzuz yıllar hizmet verdiğini, arkasındaki duvarda halen logosunun (amblemi) görülebildiğini söyledi.. Aradan geçen 45 yıla rağmen, aynı duvar ve logonun yerinde durmasının mümkün olamayacağını düşünmüştüm. Fakat, mahallinde yaptığım incelemede, gerçekten, taş duvarın aynen korunduğu ve telefon terminal kutusu üzerinde, çevresi kireçle boyanmış olarak, duvara oyulmuş Shell logosunun yerinde durduğunu tespit edince, geriye resmini çekmek kalmıştı. Resme dikkat edilirse, taş duvarın üzerindeki, o günlerde Goraşların evi (merhum Sabahattin CAN) olarak bildiğimiz, çift pencereli, sundurma balkonlu, nostaljik ahşap Ermenek evinin de halen yerinde durmakta olduğu görülecektir. Bu tören meydanından okula veya yurda doğru yürüdüğümüzde, yolun sol kaldırımından gidersek, etrafı tek katlı binalarla çevrili bir avlu, ortasında tarihi bir söğüt ağacı ve avlusunda tur atan insanlar görürdük. Burası, hapishane binası, hapisler, volta atılan avlusu ve bir zamanlar, Ermenek şehrini ele geçirmek için, silahlı çetesi ile şehri kuşatan ve sonrasında yakalanarak idama mahkum edilen, eşkıya Aslan Mehmet isimli çete reisinin asıldığı söylenen söğüt ağacının bulunduğu mekandı. Hapishanede “Toros Canavarı” diye anılan azılı katillerin de bulunduğu söylenirdi. Bir hafta sonu, şehir turundan yurda dönüyorduk. Hükümet meydanına yaklaştığımızda, bir hareketlilik, telaş, bağrışlar ve düdük sesleri dikkatimizi çekti. Hızlı adımlarla olay bölgesine yaklaştık. Çevreden toplanan halk, Cumma tüneli tarafına bakıyordu. Hapishaneden bir mahkumun kaçtığı ve Shell’in üzerindeki yoldan yukarı doğru gittiği, askerlerin de onu yakalamak için peşinden koştukları konuşuluyordu. Manzarayı görünce ilk aklıma gelen, firar eden mahkumun, yöreye yabancı ve şaşkın biri olduğu yönündeydi. Çünkü, kolaylıkla aşağıya, bağ arasına doğru kaçmak varken, yokuş yukarı ve sonu duvar gibi uzanan kaleye (Keben) doğru gitmişti. Beklememiz uzun sürmedi ve çevredekilerin “askerler mahkumu yakaladı, geliyorlar “ diyen konuşmaları duyuldu. Mahkumun kaçış istikameti, Cumma tünelinden çıkan suyu Değirmenlik mahallesindeki elektrik santralına taşıyacak olan geniş su borularının döşenmekte olduğu yöneydi. Kanal kenarına dizilmiş su boruları arasından, özel giysili ve oldukça zayıf olan mahkum ve iki koluna girmiş jandarmadan oluşan üçlü uzaktan göründü. Mahkumun ayakları yerde sürünüyor, yürümüyordu. Jandarmalar, avlarını yakalamış atmacalar gibi, serbest elleriyle mahkumun suratına yumruk atıyorlar, arkalarından gelen iki jandarma ise, tekmeleri ve tüfek dipçikleriyle mahkuma vurarak öfkelerini gideriyorlardı. Çevreden toplanan meraklı kalabalık, bir taraftan firar girişiminde bulunan mahkuma “ yuhhh “ diye bağırıyor, diğer taraftan, mahkumu kıskıvrak yakalamış olan jandarmaları alkışlıyordu. Bu manzara karşısında, benim dikkatim firari mahkum üzerinde yoğunlaştı. Yumruk, tekme ve dipçik darbeleri altında, adeta yerde sürünerek ilerleyen mahkumda hiçbir itiraz, karşı çıkış ve acı çektiğine dair kıvranma, bağırma, sızlanma, çığlık veya ağlama belirtisi yoktu. Kendisi bir firar denemesine kalkışmış, başarılı olamamış ve yakalanmıştı. Artık, yakalayanların elinde ve insafındaydı. Olup bitenleri kabullenmiş ve itirazının olmadığı anlaşılıyordu. Jandarmalar da, nede olsa bir firara neden olduklarından azar işitecekler, yakalama sırasında yorgun düşmüşler ve bu nedenlerle çok sinirliydiler. Mahkumun bu sonucu kabullenişi, belgesellerde izlediğimiz, av hayvanının, avcı hayvanlara karşı verdiği mücadeleyi kaybedeceğini anladığında, karşı koymayı bırakıp avcılara teslim oluşlarını andırıyordu. Jandarmalar ve mahkumun hapishane içine girmeleriyle temaşa bitmiş, dağılma zamanı gelmişti. Her kafadan, duruma ve olaya ilişkin bir ses veya görüş yayılıyordu. Ben ise, perişan haldeki mahkumun onca darbe ve hareketlilik ortamında tepkisizliğinin nedenini ve neler hissettiklerini merak etmekteydim. Şimdiki Ermenek merkezin adı “ aşağı çarşı” olarak söyleniyor, eski devirlerin şehir merkezinin “ Yukarı Çarşı” olduğu ve yıllar önce bir yangınla dükkanların çoğunun yanmış olduğu anlatılıyordu. Günlerden bir gün, Yukarı Çarşı denen yerleri görmeye gittik. Yerler taş döşeme, çevresinde ahşap evler ve kapalı birkaç dükkan vardı. 1964 yılı ilk baharında, bu çarşıda bir tek dükkan açıktı. Bu dükkanı Hatem Ağalardan birisinin çalıştırdığını öğrenmiştik. Bu Yukarı Çarşı bölgesini 2006 yılında tekrar gezdim. Eski görüntüsü aynen devam ediyordu. Fakat, çevreye bir ıssızlık çökmüştü. Bir evin gölgesinde oturmuş 3-4 ihtiyar nine sohbet ediyordu. Aslında, sohbet ettiklerine de tanık olmamıştım. Zaten , konuşacak veya konuşulmamış bir şeyleri kalmadığı belliydi. Onlara hal hatır sordum. Onlarda benim kim olduğumu sorguladılar. Cumma civarında oturan bir halam olduğunu ve ziyarete gitmekte olduğumu, söyledim. Benim kendileriyle durup konuşmamdan çok memnun olmuşlardı. Aynı şekilde, bir duvarın gölgesinde, zaman dolduran bir çok nine ile sohbetlerim olduğundan, değişik birileriyle konuşmanın onları nasıl memnun etiğini de biliyordum. Bu sohbetten sonra, ziyaret için evine vardığım Ayşe halamın borda kapısı kilitliydi. Komşularına sorduğumda, kısa bir süre önce aniden vefat ettiğini söylediler. Neticede, eski mekanları ve akrabalarımı ziyaret için giriştiğim bu tırmanış yolculuğu büyük bir şok ve üzüntüyle son bulmuş oluyordu. Bu yaşananlardan birkaç yıl sonra, yani 2010 yılı Nisan ayında, Ankara’da, Ermenek’in köklü ve geniş ailelerinden olan Mülazim Kamil Efendiler sülalesine mensup Fadime Nine ile konuşma ve eskilerin Ermenek yaşantısı hakkında bilgiler almak fırsatı yakaladım. Yukarı Çarşı yangınını sorduğumda, hatırında kalanları anlattı. Yangın devam ederken, Karamanda bulunan ve deli lakabıyla tanınan bir Ermenekli, eline aldığı bir mendili sallayıp koşarken “ Ermenek Yukarı Çarşı yanıyooooorrr “ diye bağırıyormuş. Kısa bir süre sonra, çarşının yanarak kül olduğu öğrenilince, bu kişinin deli değil, “ermiş” olduğu söylentisi yayılmış. Fadime Ninemizin bu yangınla ilgili olarak aklında kalan ağıtlardan bir dörtlük şöyleydi ; Yukarı çarşıda kazma kazarlar, Aşağı çarşıda, keyifle gezerler.. Yaldızlı Nuri’ye mektup yazarlar, Düzülü dükkanlar yandı kül oldu…. Bu muhterem ninemizle yaptığımız sohbet sırasında hiç duymadığım lakaplar ve sülale isimleri dile geldi. Bir anıyı anlatırken “ Çüş Kamil ölünce…” deyince şaşırdık. İbadi bağları, Sarı Mehmetler, Sesi Çıkmazgil, Zıpçıktılar, Genç Emmiler, Kürt Aliler, Deli Aliler, Acı Süleymangil gibi nice duyulmamış isimleri dinledik.. Gençlik yıllarında beri hafızasında kalan şu dörtlüğü de kayıt altına aldık. Şöyle ; Karacaoğlan der ki, ben bu düşü göremem, Amel defterini ele veremem, Geline, iyi, kıza, kötü, diyemem, İkiniz de benimsiniz, sevdiğim…. Gelecek günlerin, Ermenek ve Ermenekliler için, geçmişini aratmayan, kültürü, insanı ve ekonomisiyle kendisini aşan ve mutlu insanların yaşadığı zamanlar olması dileğiyle….. Gelecek Sayıda “ Batırmanın Suyunu İçmeden Gitmeeeemm…!!! “ isimli bölüm… Yazan : Av. Naci SÖZEN, Mayıs 2010 /ANKARA ![]() ![]() Bu haber 2917 defa okunmuştur.
|
SON YORUMLANANLAR
HABER ARA |
||||||||
© 1999 - 2023 haber sitemize girilen ve yüklenen yazı, bilgi belge, içerik ve fotoğrafları Kazancı haber her türlü basım yayın kitap broşür vb işlerde kullanabilir sahipleri bu konuda muvakatname vermiş sayılır. ayrıca sitede yayınlanan her türlü veri kazancı haberden izin almadan kullanılamaz. Haber, Köşe Yazıları ve yorumların sorumluluğu sahiplerine ait olup, sitemiz bu konuda herhangi bir sorumluluk kabul etmez. Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |