| ||||||||||
| ||||||||||
EN ÇOK OKUNANLAR |
KIBRIS BARIS HAREKATI ANISINA![]() 24 Temmuz 2022, 01:14 20 Temmuz Kıbrıs Barıs Harekatı sehitleri ve gazilerini rahmet ve saygı ile anıyoruz. Av. Naci SOZEN *************************************** MAGOSA KALESİNDE SAVUNMA YAPAN BİR AVUÇ TÜRK’ÜN HİKAYESİ Magosa Kalesine sığınan Kıbrıslı Türklerin Rum Birliğinin toplu ve tüfekli saldırına karşı koyduğu 15 Ağustos 1974 gününü birkaç tüfekle yapılan savunmanın hikayesini hatırlayalım. Magosa Kalesi savunmasıyla ilgili olarak yıllar öncesine dayanan tespitlerimi okuyucuyla paylaşmanın zamanının geldiğini düşündüm. Kıbrıs Savaşı sonrası, 1976 yılında, görevli olduğum Konya Hava Üssü’nde, yedek subay olarak askerliğini yapan (Atğm. B. S.) bir doktorla, savaş ve Magos Kalesi savunması konusunda uzun sohbetler etmiş ve notlar almıştım. Doktor Asteğmen B. S., İstanbul Cerrahpaşa Tıp fakültesi mezunu ve tıp fakültesinde aynı sınıfta okuduğu Kıbrıs Magosa doğumlu bir bayan doktorla evliydi. Haziran 1974 ayı sonlarında fakülteden mezun olmuşlar ve nişanlanmışlardı. Mezuniyet sonrası, nişanlısıyla birlikte Kıbrıs’a tatil ve ziyaret için gitmişler ve Magosa’da yaşayan nişanlısının evinde kalıyorlardı. Savaş başladığında, tüm Magosa Türkleriyle birlikte kaleye sığındılar. Kalede bulunanların çoğunluğu kadın, yaşlı, çocuk ve askerliğini yapmamış sivillerden oluşuyordu. Milis Gücü komutanı olan bir kaç rütbeli savunmayı yönetiyor, eli silah tutanlar piyade silahlarıyla kale burçlarından, yaklaşan Rum askerlerine ateş ederek onları durdurmaya çalışıyordu. Rum Muhafız Ordusu, topları, havanları, zırhlı araçları, hatta, tanklarıyla birlikte kaleye doğru harekete geçti. Kale kapısına ulaşmak için, kaleyi çeviren su kanalı üzerindeki köprüyü geçmeleri gerekiyordu. Türk savunmasının hedefi de Rumların bu köprüyü geçmelerini önlemeye yönelikti. Savunmada canla başla ve zaman tanımadan mücadele veren, saçları beyazlaşmış ve orta yaşın üzerindeki bir kaç kişi doktorumuzun dikkatini çeker. Bu kişilerin, geçmiş zaman içinde, Rum polisi ile çatışmaya girerek polis öldürmüş, Rum mahkemelerinde idama mahkum edilmiş ve savaşa kadar yer altında, güneş yüzü görmeden kaçıp gizlenmiş kişiler olduğunu öğrenir. Mevcut silahları kullanacak sayıda eğitilmiş milis olmadığından, sivillerin içinden seçilen insanları da ellerine silah vererek burçlara yerleştirirler. Bu sırada, boylu poslu olan doktorumuza da bir silah vererek savunmaya katılması istenir. Bu isteğe şiddetle karşı çıkan nişanlısı ve ailesi, doktorun Türkiye’den gelmiş bir misafir olduğunu, öğrenci olduğunu, silahlı eğitim almadığını, silah kullanamayacağını söyleyerek karşı çıkarlar. Bu itirazlar fayda etmez ve misafirimiz piyade silahıyla kale burçlarında mevzilenir ve savunmaya katılır. Rum güçlerinin köprüyü geçmesini önlemek için, köprünün havaya uçurulması gerekmektedir. Milislerden birkaç kişi, patlayıcılarla ve düşmana görünmeden yaklaşacak ve köprü ayaklarına patlayıcılar bağlanacak ve sonrasında patlatılacaktır. Bu girişimden tam bir netice alınamaz. Rum birlikleri çevreyi atışı altına almıştır. Savaş, Girne-Lefkoşe hattında sürdüğünden, Magosa’ya birlik sevk edilmesi zaman alacaktır. BM aracılığıyla, kaledeki Türklerin Rum birliğine teslim olması teklif edilir. Bunun katliam için bir tuzak olduğu anlaşılır ve ölene kadar savaşılması, kararı alınır. Türklerin elinde, ağır silah olarak 2-3 havan bulunmaktadır. Bu havanın, düşman araçlarının köprüyü geçişi sırasında kullanılması ve geçişin durdurulması gerekmektedir. Doktorumuzun anlattıklarına göre, Rum birlikleri harekete geçtiği sırada, Kale içinde büyük bir korku ve telaş başlar. Ellerindeki bir telsizle, acele olarak takviye kuvvet ve savaş uçağı desteği istenir. Karadan kuvvet desteği ihtimali olmadığı bilindiği için, istekler savaş uçağı tahsis edilmesi ve düşmanın kaleye girmesinin engellenmesi noktasında toplanır. Bu konudaki istekleri ve gelişmeleri, harekata katılan pilotlarla yaptığımız görüşmelerden aldığımız bilgilerle birleştirdiğimizde aynı doğrultuda olduklarını görüyoruz. Harekata katılan savaş uçaklarının destek görevleri, savaşın şiddetli olarak sürdüğü bölgeye yönelikti. Uçakların havada kalış süresi, kalkış ve iniş meydanlarının uzaklığına göre çok sınırlı olduğundan, destek görevi tamamladığı andan itibaren en kısa sürede dönüşe geçmeleri, Adana, Antalya ve Konya meydanlarına yakıtları bitmeden yetişmeleri gerekiyordu. Nitekim, görev süresi, yakıt durumu ve menzil konusunu dikkatten kaçıran birkaç pilot denize veya karaya düşmüştü. ************************************ KIBRIS BARIŞ HAREKATI KUTLANIYOR… (Kıbrıs Şehitleri Anısına…) Türk Milleti’nin bir ferdi ve Cumhuriyetimizin çağdaş bir vatandaşı olarak, bu gün için sahip olduğumuz, Millet, Vatan, Devlet, Bayrak, Bağımsızlık ve Cumhuriyet gibi Milli varlıklarımızı ve manevi değerlerimizi, bize bırakmış olan tüm aziz şehitlerimizi ve özellikle, kutlamaları sürmekte olan Kıbrıs Barış Harekatı şehitlerini, sonsuz rahmetler, saygı ve minnetlerle anıyoruz. Kıbrıs Türkünü, Rum mezaliminden kurtarmak ve çağdaş dünyanın şerefli bir üyesi olarak, varlığını sürdürmeleri için yapılmış olan bu harekatta nice isimsiz kahramanlar ortaya çıkmış ve zaferler kazanılmıştır. Harekatın en sıcak günlerinde, İzmir Pilotaj Eğitim Merkezinde, öğretmenimiz olan Binbaşı Fehmi ERCAN, adaya görevlendirilmiş ve kara birlikleri eşliğinde ilerleyerek, yer hedeflerini, uçaklara tarif etmekle görevlendirilmişti. Kısa bir süre sonra şehit oluğu haberini almış ve tarifsiz bir üzüntü yaşamıştık. Ercan Havalimanı ismi, şehit öğretmenimizin anısına verilmiştir. Kıbrıs Harekatı kahramanlarından biri de askerliğini komando olarak yapmak isteğiyle sevk alan ve sonrasında, bu harekata katılan askerlerden biride Ermenekli Ali Çavuş idi. Harekatın en şiddetli günlerinde şehit olanlar, adada tanzim edilen şehitliğe defnedilmekte, bazıları da imkanlar ölçüsünde, Anadolu’ya nakledilmekteydi. Değerli hemşerim/kardeşim Sayın Sacit EREN tarafından bana gönderilen, mezarı Kıbrıs’ta bulunan, bu aziz şehidimizin mezarının resmini görünce geçmişe ait anılarımı gözden geçirdim. Mezar taşında “ Ali KARPUZCU, Piyade Çavuş, ..7.1974, 47 “ yazıyordu. Belli ki, ilk harekatta şehit olmuş, adada defnedilmiş ve 47 sıralı şehit mezarına konmuştu. Kıbrıs Harekatının hemen sonrasında göreve başladığım Konya’da, bu olaydan bir vesile ile haberdar olmuştum. Karpuzcu ailesi çok geniş ve Ermenek dışında yaşayan, bir çok iş kolunda başarı ile faaliyet gösteren bir aileydi. Ailenin bir kolu Ankara’da eczane deposu sahibi, diğer bir kolu da İstanbul’da triko, tekstil şirketleri sahibiydi. Yakın akrabam Sayın Hüsnü ALTINTAŞ, bu ailenin yakınıydı. Şehit Ali Çavuşun İstanbul’da yaşayan Karpuzcu ailesinin oğlu olduğunu anlatmıştı. Ermenekli şehitlerin isimlerinin ve künyelerinin, Çanakkale şehitliği (İ. AYDOĞDU), Kore Şehitliği (A. ÜNLÜ), Afyon Şehitliğinde yazılı olduğunu biliyorduk. Hatta, Büyük Taarruz sırasında şehit olan bir kaç Ermenekli askerin, Alaşehir Şehitliğinde yattıklarını ve mezar taşlarında “ Ermenekli Askerler” yazılı olduğunu, arkadaşım Sayın Durmuş AKIN anlatmıştı. Sözün kısası, Ermenek ve çevresi insanı (Taşeli erleri), Filistin cephesinden Basra’ya, Sarıkamış harekatından Çanakkale Savaşına, Sakarya’dan Büyük Taarruz, Kore Savaşından Kıbrıs Harekatına ve son olarak da lanetlenmiş Bölücü Terör mücadelesine katılarak canlarını ve kanlarını feda etmişlerdir. Vatan ve Millet uğruna can veren bu aziz hemşerilerimizi (şehitlerimizi) rahmetle ve minnet- saygı ile anıyoruz… Kıbrıs Şehitliği’nde mezarı objektiflere yansıyan, Ermenekli Piyade Çavuş Ali KARPUZCU’nun, yıllar önce haberdar olduğum, İstanbul’da yaşayan, Ermenekli Karpuzcu Ailesinin oğlu olduğunu düşünmekteydim. Aziz şehidimize Allah’dan sonsuz rahmetler, ailesine, sevenlerine ve tüm Ermeneklilere sabırlar ve selamlar sunuyorum…. Hatırlamakta fayda olduğu düşüncesiyle özetlemek isterim ki, Kurtuluş Savaşı sırasında, TBMM görüşmelerinde, seferi stokların azalması üzerine, cephedeki erlere, sabah kahvaltısında verilecek olan siyah zeytin sayısının 3 veya 5 adet olması konusunda şiddetli tartışmalar yapıldığını, Meclisin, Kayseri’ye taşınmasını teklif edenlere karşı duranların, “Ankara’da kalacağız ve düşman bizi burada, kurtuluş çareleri araştırırken bulacak “ sözleriyle karşı çıktılarını, genç kuşaklara anlatmak, vatana sahip çıkmalarını öğütlemek zorundayız.. Milletçe kutlamakta olduğumuz “Kıbrıs Barış Harekatı “ münasebetiyle, Milletimiz, Vatanımız, Bağımsızlığımız, Bayrağımız ve Cumhuriyetimiz uğruna, en değerli ve kutsal varlıkları olan canlarını, bedenlerini feda eden aziz şehitlerimizi sonsuz rahmet ve şükran duygularımızla bir kez daha anıyoruz, şehitler unutulmamalı, diyoruz… Yazan (Derleyen ) : Av. Naci SÖZEN, 22.07 2011 ***************************************** KIBRIS SORUNU ÇÖZÜLEBİLECEK Mİ ? Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin son 50 yıllık geçmişinde, Kıbrıs Sorunu, dış politika sorunları listesinin ilk 3 konusu arasında, çoğu zaman da ilk sırasında yer almıştır. Bu konuyu, Eylül 1979 ayında katıldığım bir çalışma sonunda, “ Türk – Yunan Sorunları ve Kıbrıs Meselesi “ konulu yazımda ele almıştım. Bu araştırma metni dergilerde yayımlandı ve konferans olarak verildi. Bu gün gelinen noktada ve yapılan tartışmalar ortamında konunun geçmişinden günümüze bir özetinin yapılmasında fayda umuyoruz. Kıbrıs adası, 9282 kilometrekare genişliğinde, Anadolu’ya 71 kilometre, Yunanistan’a 800 kilometre uzaklıkta ve Doğu Akdeniz’de yer alan bir adadır. İlk çağlarda, Mısırlılardan Romalılara, Haçlı seferlerinde İngilizlere, 1489 yılında Venediklilere, nihayet, 1571 yılında da Osmanlı İmparatorluğu’na geçmiştir. 1878 yılında Osmanlılar savaşta yenilince İngiltere’ye bırakıldı. İngiltere bu adayı tekrar Osmanlıya vereceği konusunda söz vermiş olmasına rağmen, Süveyş Kanalının açılması sonucu, adanın stratejik önemi arttığından bu sözünü yerine getirmedi. 1980 yıllarına gelindiğinde, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonuç ve etkileri çok tazeydi. Türk tezi, “ iki bölgeli, iki toplumlu, bağımsız ve bağlantısız federal bir devlet” kurulması şeklindeydi. Zaman içinde meydana gelen değişikliklerle, Kuzey Kıbrıs’ta bağımsız bir Türk Devleti kurulması, hatta, Türkiye ile birleşilmesi görüşleri bile tartışılmıştır. 1979 yılında çalışmalar yürütülürken, İran devrimi ve Humeyni’nin dönüşü, rejim değişikliğinin ülkemize muhtemel olumsuz etkileri, Yunanistan’nın bizden önce AB üyeliği gerçekleşirse, bizim için doğabilecek güçlükler ve bu durumun Türk – Yunan Sorunları ve Kıbrıs Meselesi konularına tesirleri tartışılmış olup, günümüzdeki durumlar tahmin edilmiştir. Fakat, o zaman gündeme gelmesi bile düşünülememiş olan, Kıbrıs Rum Kesiminin Türkiye’den önce AB üyeliği konusu bugün karşımızdadır. Bugün Kıbrıs konusunda, Rum tarafının tezi, tek egemenlik, tek vatandaşlık ve tek uluslararası kimlik öngören bir federasyon oluşturulması şeklindedir. Türk tezi ise, iki ulusun (devlet) eşitliğine dayanan, yeni bir ortaklık kurulması ki, bununda bir konfederasyon olduğu açıktır. İşte bu noktada, BM Genel Sekreteri Kofi ANNAN Planı ortaya çıkmış olup, bu planın ana hatları ve Türk tarafı için karar verilmesi zor olan hususları şunlardır ; ANNAN Planına göre ; . Adada iki kurucu devletin varlığı kabul ediliyor. . Bu iki devlet, yeni bir ORTAKLIK DEVLETİ kuracaklardır. . Yeni Ulusal Marş ve Bayrak olacaktır. . Her iki taraf da kendi bölgelerinde özerk olacaklardır. Bu husular Rum tarafının geçmişte kabul etmediği konulardır . Dönüşümlü Başbakanlık olacaktır. . Devlet Başkanı Rum ise, Başbakan Türk olacaktır. . Ortaklık Devlette,Rumlar iki dönem, Türkler bir dönem temsil edilecektir. . Devlet Başkanı ve yardımcısının VETO hakkı olacaktır. . Bakanların dağılımında, 6 Rum, 3 Türk olacaktır. . Hükümet kararı için en az bir Türk Bakanın oyu gerekecektir. Bu gün , Kıbrıs topraklarının % 35.6’sı Türk tarafında, kalanı ise Rum tarafındadır. Bu plana göre ; . Türk tarafının toprak oranı %26.5 – 30.5 arası bir orana indirilecek, . Rumlar, kuzeye göç edebilecekler. . Göçmenlere yerleşim hakkı verilecek, . Adalı olan herkes Kıbrıs vatandaşı olacak, . Ada askerden arındırılacak, . BM Güvenlik Konseyince çok uluslu bir güç oluşturulacak, . Garantörlük anlaşması işleyecektir. Bu BM Planı doğrultusu ve AB ekseninde çözüm arayışları yoğun olarak sürdürülmekte ve her platformda tartışılmakta olan Kıbrıs Sorununun çözümünde Türk tarafını en çok zorlamakta olan konular şunlardır ; . Egemenlik ve kimlik konuları, . Siyasi eşitliğin sağlanması, . Mülk edinme ve muhtemel tazminat talepleri, . Serbest dolaşım ve çalışma konusu, . Toprak verilmesi ve değişimi konuları, . Garantörlük anlaşmasının nasıl ileyeceği konusudur. Kıbrıs Rum kesimi, AB üyeliği konusunda Türkiye’nin önüne geçmiş durumdadır. 12 Aralık 2002 günü, Kopenhag zirvesinde, Kıbrıs Rum kesiminin tek başına Mayıs 2004 yılında üye olacağı kararı alındı. Fakat, taraflara 28 Şubat 2003 tarihine kadar süre tanınarak, Kıbrıs’da taraflar arasında bir uzlaşma sağlanır ve çözüm olursa, bir bütün olarak Kıbrıs Devleti adıyla her iki tarafın da üye yapılacağı konusunda açık bir kapı bırakıldı. Bu çözüm, BM Gen. Sek. Kofi ANNAN planı temelinde olacaktır. Rum tarafının tek başına AB üyesi olması durumunda, Kıbrıs adası, AB toprağı sayılacak, Türk Askeri bu AB toprağında bulunmuş olacak, Türk tarafının ekonomik durumu daha da kötüleşecek, Rumlar zenginleşecek şeklindeki söylemler sonucu, Kıbrıs Türkleri kendi aralarında bölündü ve Rauf DENKTAŞ’a karşı, hatta, Türkiye’ye karşı açık bir muhalefet ortaya çıktı. Buna benzer görüş farklılıkları ve tartışmalar Türkiye’de de yaşanmaktadır. Bu sorunun, bizim AB üyeliğimiz konusunda da olumsuz etkileri olduğu, bu nedenle, çözümlenmesinin kaçınılmaz olduğu çok konuşuldu. Kıbrıs Sorununun nasıl bir çözüme kavuşturulacağı merakla beklenmektedir. Fakat, Kıbrıs ve burada yaşayan Türkler bizim için elbette çok önemlidir. Bu önemin, “soydaş” temeli yanında, tarihsel, ekonomik, coğrafi, kültürel ve stratejik boyutlar kaynaklandığını unutmamalıyız. Av. Naci SÖZEN *********************************** ULU ÖNDERİMİZ ATATÜRK’Ü 83. VEFAT YILINDA SAYGIYLA ANIYORUZ Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı saat 09.05’te, İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda hayata gözlerini yumdu. Bu vefat, ATATÜRK’ün sadece hayata vedası değil, aynı zamanda, çok sevdiği Milletine, Devletine, Cumhuriyete ve Vatanına veda etmesiydi. Türk Milleti’ni yasa boğan bu vefat, bir çok ülkedeki sevenlerini ve hayranlarını da çok üzmüştü. Kurtuluş Savaşı Başkomutanı, Vatanımızın kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı, çağdaş medeniyetlerin üzerine çıkma ülküsünün öncüsü, eşiz bir lider ve Komutan, çağdaş bir devlet adamı, barışsever, milliyetçi, dil, tarih ve kültür ile yaşamda akıl ve ilmin ışığını işaret eden, diplomat, siyasetçi, araştırmacı, hatip ve düşünce adamı, insanımızı ümmet olgusundan ulus gerçeğine taşımış, onurlu ve eşit yurttaşlar olmamızı sağlamış olan Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, 10 Kasım 2021 günü, 83. ölüm yıldönümünde, sevgi, saygı ve özlemle, sonsuz rahmet ve şükran duygularımızla anıyoruz. Fakat, bu başarılarının önemini, ilke ve devrimlerini, gösterdiği hedefleri, hayat felsefesini, yaşantısını, fikirlerini ve bu ilkelerin evrenselliği ve güncelliği konularını tam olarak anlayabildik mi ? insanımıza, diğer toplumlara ve gençlerimize anlatabildik mi?, anma törenlerinde mutlu muyuz ? sorularına olumlu cevaplar vermiyoruz. Bu anma törenlerini, “Ne Mutlu Türküm Diyene” levhasının kaldırıldığı, Atatürk büstünün kaldırıldığı ve heykellerine saldırıldığı, meczupların “Türküm, ama, Türklüğümden hayır görmedim” şeklinde açıklamalar yaptığı, gol kıralı vekilimizin “Türk değilim, Arnavut’um” dediği, T.C rumuzlarının her yerden atıldığı, kurucusu olduğu Diyanet tarafından, camilerde okunan hutbelerden “Atatürk ve silah arkadaşları “ ibaresinin çıkartıldığı, bir çok hakaret ve iftiralara maruz bırakıldığı, öğrenci andının okutulmadığı, devlet madalyasından Atatürk görüntüsünün iptal edildiği günlerde yapıyor olmamız nedeniyle mutlu olmamız mümkün değildir. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün naaşı önce, İstanbul’dan Ankara’ya nakledilmiş ve Etnoğrafya Müzesine defnedilmiş olup, 10 Kasım 1953 günü Anıtkabir Müzesi’ne nakledilmiştir. Bu nakil törenine arkadaşlarıyla birlikte seçilerek katılan Ankara Koleji öğrencisi Mehmet Arif DEMİRER’in anılarına göre, tören için seçilen insanlar 07 Kasım 1953 günü tören provası için Anıtkabir’de toplanmışlar ve 3 saat süren bir çalışma yapılmıştır. Nihayet, tören günü Atatürk’ün naaşı Harp Okulu öğrencilerinin omuzlarında yola çıkarılmış, devlet erkanı da arkasında olmak üzere yürüyerek Anıtkabir Aslanlı yoldan geçilerek meydana gelinmiştir. Zamanın Cumhurbaşkanı merhum Celal BAYAR tarafından, göz yaşlarıyla, bir konuşma yapılmıştır. Tören tanığı DEMİRER, nakil ve defin törenine tüm Ankaralılar ve yurdun her köşesinden gelen yaklaşık 70 bin kişinin katıldığı, Ankara’da güneşli bir yaşandığını, yer-gök, yaşlı genç, kadın –erkek herkesin göz yaşlarına boğulduğunu anlattıktan sonra, özetle, “defin günü Ankara'da ATATÜRK vardı. 7'den 70'e kadar herkes ATATÜRK’ü teneffüs ediyordu. İnsanlar, o gün Ankara'da olabilmek için uzak yollardan, çok yetersiz ulaşım imkanlarıyla gelmişti. Ankara'nın otelleri yeterli olmadığı için kaldırımlarda yattılar. Yurttaşlar, sadece o anı yaşayabilmek için buraya gelmişlerdi." diye vurgulamıştır. Atatürkçülük, özünde, insanlık, vatandaşlık, bağımsızlık, ulusal egemenlik, özgürlük, çağdaşlık, uygarlık, barış, dostluk, bilimsellik, eşitlik, hukuksallık, çalışkanlık, atiklik, ahlaklılık, sevgi, saygı, güven, sorumluluk, yurttaşlık, milliyetçilik, cumhuriyetçilik, halkçılık, devrimcilik, devletçilik, yapıcılık, üretim, gelişim ve gençlik kavramlarını bir ve bütün olarak içinde taşır. Atatürk, daha, 01 Mart 1922 günü, TBMM yasama yılı açış konuşmasında “ her devletin içinde bulunduğu sosyal yaşantısı ve uygarlık derecesine uygun bir hukuki mevzuatı vardır. Bizim milletimizin adalet düşüncesi ve anlayışı hiç bir uygar ulusun seviyesinden aşağı değildir” demiştir. Atatürk, 29 Ekim 1933 günü, Cumhuriyet Bayramı kutlama töreninde Onuncu Yıl Nutku’nu okumuş ve sözlerini “ Türk Milleti, sonsuzluğa akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne Mutlu Türküm Diyene” diyerek bitirmiştir. Bu ünlü söylevini kendisinin kaleme aldığı, el yazısının sonunda “ bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur. Beni hatırlayınız.” cümlelerini de yazmış olduğu, bunların üzerini çizdiği ve konuşmasında bunlara yer vermediği görülmüştür. Atatürk, Cumhuriyet idaresinin insan onuruna en yakışan idare şekli olduğunu söylemiştir. Cumhuriyetin 10. Yılı söylevinde “ az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir “ demiştir. Ulu Önder Atatürk, “ yurtta sulh, cihanda sulh “ derken, bir taraftan, yurt içinde huzur ve sükunu, güven içinde yaşamayı amaçlamış, diğer taraftan da, milletlerarası barış ve güvenliğin önemini işaret etmiştir. Atatürk için bir niteleme aranırsa "çağını aşan lider" sıfatını fazlası ile hak etmiştir. Kurtuluş Savaşı üzerine yapılan bir sohbet sırasında, Atatürk, savaşı ve milletin azim ve kararlılığını anlattıktan sonra “İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır.” demiştir. Biraz durakladıktan sonra ise “ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak, yalnız bana ait olacaktı.” demiştir. Bu konuşmaya tanık olan ünlü bilim adamı ve devlet adamı merhum Sadi IRMAK, eserinde, “bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin, zaferleri kendine mal eden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım.” diye yazmıştır. Ulu Önder ATATÜRK ekonomik kalkınmaya çok önem vermiştir. Daha, yolun başında düzenlenen 1923 İzmir İktisat Kongresinde “Milli Egemenlik ekonomik egemenlikle pekiştirilmelidir “ diyerek konunun önemini ne de güzel ve isabetli olarak ortaya koymuştur. Mustafa Kemal ATATÜRK’ü “din düşmanı, dinsiz” gibi gösterme gayretleri hep olmuştur. Bu gayretlerin gerçeklerle ilgisi yoktur. Örneğin, Yunanlıların zarar verdikleri camileri tamir ettirdiği, bazılarının parasını kendisinin karşıladığını, Mihalıççık Atatürk Camisinin yapımı için emir çavuşu Ali METİN aracılığıyla 5 bin TL gönderdiği, Kutsal kitabımızın Elmalılı Hamdi YAZIR tarafından Türkçeye çevrilmesini sağladığı, bu çevirmenin 8 bin nüshasının parasını bizzat kendisi ödediği, cami inşaatı için Japonya’ya bile para gönderdiği, görmezden gelinmekte ve gizlenmektedir. Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, dosta -düşmana ve tüm dunyaya İNSANLIK ve BARIŞ dersi vermiş bir liderdir. Nitekim, 17 Mart 1937 tarihinde yaptığı bir konuşmada " insan mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli" demiştir. Atatürk, 1921-1938 yılları arasında bağımsız ülkenin başına geçen 115 devlet başkanının tamamıyla temas kurmuştur. Savaşın acıklı hallerinin herkesten iyi bilirim, savaşçı olamam, milletin hayatı tehlikeye uğramadıkça savaş bir cinayettir” demiştir. Ulu Önder Atatürk, “ yurtta sulh, cihanda sulh “ derken, bir taraftan, yurt içinde huzur ve sükunu, güven içinde yaşamayı amaçlamış, diğer taraftan da, milletlerarası barış ve güvenliğin önemini işaret etmiştir. Atatürk, "memleketler muhteliftir, fakat medeniyet birdir” demiştir. ATATÜRK, fikirleri, görüşleri ve "Türk Devrimleri " adı verilen eseriyle, tüm dünyada yankılar uyandırmış bir liderdir. Bu yankılar sebebiyledir ki, Atatürk için bir niteleme aranırsa "çağını aşan lider" sıfatını fazlası ile hak etmiştir. Meydan Larousse, Ansiklopedisi cilt (:2) S.245-246 ve 254 de, “Atatürk (Mustafa Kemal),Türk, asker ve devlet adamı (Selanik 1881-İstanbul 1938) Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı” (1923-1938) Selanik Kasımiye mahallesi, Islahhane caddesinde olan bir evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi gümrük kolcusu idi. “Atatürk’ün Annesi Zübeyde Hanım Sarı güllü Hacı Sofu ailesinden “Varyemez oğlu” İbrahim Feyzullah Efendinin kızıdır.” satırları yer almıştır. Ayrıca, ATATÜRK diyor ki ; “Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz. Ne mutlu Türküm diyene!” (Mustafa Kemal, Bkz. Meydan Larousse, Cild 19 s. 471) (1) ATATÜRK diyor ki: “Arkadaşlar, gidip; Toros dağlarına bakınız. Eğer orada tek bir yürük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, iyi biliniz ki, bu dünyada hiç bir güç ve kuvvet bizi asla yenemez. Ulu Önder ATATÜRK’ün büyüklüğünü, Çanakkale’de can veren Anzak askerlerinin annelerine yazdığı mektupta “yavrularınız bizim yavrularımızla yan yana yatmaktadırlar. Onlar artık bizim de yavrularımızdır. Gönlünüzü ferah tutun” cümlelerine yer vererek göstermiş, bu mektubu okuyan Anzak anneleri o kadar duygulanmışlar ki cevabi mektuplarında “ biz de size ATAM demek istiyoruz “ diye yazmışlardır. Büyük Taarruz sonrası esir alınan Yunan Başkomutanı Trikopis, yazdığı anılarında, yanındakilerle birlikte esir düşmeden önce kurşuna dizilmek yerine intihar etmelerini konuştukları, esir edilince Mustafa Kemal’in huzuruna çıkarıldıkları, Atatürk’ün düşmanına nazikçe hitap ederek oturmasını ve rahat etmesini söylediği, hususları yer almıştır. Yunan komutan kontrol altındaki günlerini Kırşehir’de geçirmiş, yanına bir subay rehber olarak verilmiştir. Yıllar sonra bu subayın aslında askeri tabip olduğu ortaya çıkmıştır. ATATÜRK üstün özellikleriyle, dünya milletlerine örnek olmuş, bir çok devlet adamı ve bilim insanının övgülerine mazhar olmuş bir önder olarak, bizim için yaptıklarını saymak yerine “ Atatürk, bizim için neler yapmadı ki” diyerek özetleyebiliriz. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyetin ilanı ve devamındaki yapılan yenilikleri NUTUK adıyla andığımız eserinde el yazısıyla Milletine, neleri, neden, ne zaman, nasıl ve kiminle yaptığını, 1919 yılından 1927 yılına kadar kendisi ve silah arkadaşlarının mücadelesini, belgeleriyle birlikte 6 gün süreyle, 15-20 Ekim 1927 günlerinde anlatarak, adeta Milletine “yaptıklarının hesabın vermiştir” diyebiliriz. ATATÜRK bu eseri NUTUK ile sadece geçmişi anlatmamış, aynı zamanda, geleceğe ışık tutmuş, bilimi, çağdaşlığı ve muhtelif MİLLİ hedefleri işaret etmiştir. Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, tekrar, sevgi, saygı ve özlemle, sonsuz rahmetle, şükran ve minnet duygularımızla anıyoruz. Derleyen : Av. Naci SÖZEN , 10 Kasım 2021, Bu haber 334 defa okunmuştur.
|
SON YORUMLANANLAR
HABER ARA |
||||||||
© 1999 - 2023 haber sitemize girilen ve yüklenen yazı, bilgi belge, içerik ve fotoğrafları Kazancı haber her türlü basım yayın kitap broşür vb işlerde kullanabilir sahipleri bu konuda muvakatname vermiş sayılır. ayrıca sitede yayınlanan her türlü veri kazancı haberden izin almadan kullanılamaz. Haber, Köşe Yazıları ve yorumların sorumluluğu sahiplerine ait olup, sitemiz bu konuda herhangi bir sorumluluk kabul etmez. Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |