| ||||||||||
| ||||||||||
EN ÇOK OKUNANLAR |
KIBRIS BARIŞ HAREKATI'NIN 40. YILINDA KIBRIS SORUNU..![]() 20 Temmuz 2014, 23:40 KIBRIS BARIŞ HAREKATI’NIN 40.YILINDA KIBRIS SORUNU ÇÖZÜLEBİLECEKMİ ? Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin son 50 yıllık geçmişinde, Kıbrıs Sorunu, dış politika sorunları listesinin ilk 3 konusu arasında, çoğu zaman da ilk sırasında yer almıştır. Bu konuyu, Eylül 1979 ayında katıldığım bir çalışma sonunda, “ Türk – Yunan Sorunları ve Kıbrıs Meselesi “ konulu yazımda ele almıştım. Bu araştırma metni dergilerde yayımlandı ve konferans olarak verildi. Bu gün gelinen noktada ve yapılan tartışmalar ortamında konunun geçmişinden günümüze bir özetinin yapılmasında fayda umuyoruz. Kıbrıs adası, 9282 kilometrekare genişliğinde, Anadolu’ya 71 kilometre, Yunanistan’a 800 kilometre uzaklıkta ve Doğu Akdeniz’de yer alan bir adadır. İlk çağlarda, Mısırlılardan Romalılara, Haçlı seferlerinde İngilizlere, 1489 yılında Venediklilere, nihayet, 1571 yılında da Osmanlı İmparatorluğu’na geçmiştir. 1878 yılında Osmanlılar savaşta yenilince İngiltere’ye bırakıldı. İngiltere bu adayı tekrar Osmanlıya vereceği konusunda söz vermiş olmasına rağmen, Süveyş Kanalının açılması sonucu, adanın stratejik önemi arttığından bu sözünü yerine getirmedi. 1980 yıllarına gelindiğinde, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonuç ve etkileri çok tazeydi. Türk tezi, “ iki bölgeli, iki toplumlu, bağımsız ve bağlantısız federal bir devlet” kurulması şeklindeydi. Zaman içinde meydana gelen değişikliklerle, Kuzey Kıbrıs’ta bağımsız bir Türk Devleti kurulması, hatta, Türkiye ile birleşilmesi görüşleri bile tartışılmıştır. Zaman içinde, AB üyeliğinin getireceği serbest dolaşım, iş imkanları ve yardım söylemleriyle Türkiye aleyhtarı bir gurup ortaya çıkarıldı. Türk Askeri için çirkin sözler kullanıldı. Kıbrıs Barış Harekatı bir soykırım gibi ele alınmaya başlandı. Tarih kitaplarından kahramanlık destanları ve resimleri çıkarıldı. Rumlara ve batıya karşı tek başına direnen DENKTAŞ ölünce konu sahipsiz kaldı. 1979 yılında çalışmalar yürütülürken, İran devrimi ve Humeyni’nin dönüşü, rejim değişikliğinin ülkemize muhtemel olumsuz etkileri, Yunanistan'ın bizden önce AB üyeliği gerçekleşirse, bizim için doğabilecek güçlükler ve bu durumun Türk – Yunan Sorunları ve Kıbrıs Meselesi konularına tesirleri tartışılmış olup, günümüzdeki durumlar tahmin edilmiştir. Fakat, o zaman gündeme gelmesi bile düşünülememiş olan, Kıbrıs Rum Kesiminin Türkiye’den önce AB üyeliği konusu bu gün karşımızdadır. Bugün Kıbrıs konusunda, Rum tarafının tezi, tek egemenlik, tek vatandaşlık ve tek uluslararası kimlik öngören bir federasyon oluşturulması şeklindedir. Türk tezi ise, iki ulusun (devlet) eşitliğine dayanan, yeni bir ortaklık kurulması ki, bununda bir konfederasyon olduğu açıktır. İşte bu noktada, zamanın BM Genel Sekreteri Kofi ANNAN Planı ortaya çıkmış olup, bu planın ana hatları ve Türk tarafı için karar verilmesi zor olan hususları şunlardır ; ANNAN Planına göre ; . Adada iki kurucu devletin varlığı kabul ediliyordu. . Bu iki devlet, yeni bir ORTAKLIK DEVLETİ kuracaklardı. . Yeni Ulusal Marş ve Bayrak olacaktı. . Her iki taraf da kendi bölgelerinde özerk olacaklardı. Bu hususlar Rum tarafının geçmişte kabul etmediği konulardı. . Dönüşümlü Başbakanlık olacaktı. . Devlet Başkanı Rum ise, Başbakan Türk olacaktı. . Ortaklık Devlette, Rumlar iki dönem, Türkler bir dönem temsil edilecekti. . Devlet Başkanı ve yardımcısının VETO hakkı olacaktı. . Bakanların dağılımında, 6 Rum, 3 Türk olacaktı. . Hükümet kararı için en az bir Türk Bakanın oyu gerekecekti. Kıbrıs topraklarının % 35.6’sı Türk tarafında, kalanı ise Rum tarafındadır. Bu plana göre ; . Türk tarafının toprak oranı %26.5 – 30.5 arası bir orana indirilecek, . Rumlar, kuzeye göç edebilecekler. . Göçmenlere yerleşim hakkı verilecek, . Adalı olan herkes Kıbrıs vatandaşı olacak, . Ada askerden arındırılacak, . BM Güvenlik Konseyince çok uluslu bir güç oluşturulacak, . Garantörlük anlaşması işleyecektir. Bu BM Planı doğrultusu ve AB ekseninde çözüm arayışları yoğun olarak sürdürülmüş ve her platformda tartışılmış olan Kıbrıs Sorununun çözümünde Türk tarafını en çok zorlamakta olan konular şunlardı. ; . Egemenlik ve kimlik konuları, . Siyasi eşitliğin sağlanması, . Mülk edinme ve muhtemel tazminat talepleri, . Serbest dolaşım ve çalışma konusu, . Toprak verilmesi ve değişimi konuları, . Garantörlük anlaşmasının nasıl ileyeceği konusudur. Kıbrıs Rum kesimi, AB üyeliği konusunda Türkiye’nin önüne geçmiş durumdadır. 12 Aralık 2002 günü, Kopenhag zirvesinde, Kıbrıs Rum kesiminin tek başına Mayıs 2004 yılında üye olacağı kararı alındı. Fakat, taraflara 28 Şubat 2003 tarihine kadar süre tanınarak, Kıbrıs’da taraflar arasında bir uzlaşma sağlanır ve çözüm olursa, bir bütün olarak Kıbrıs Devleti adıyla her iki tarafın da üye yapılacağı konusunda açık bir kapı bırakıldı. Bu çözüm, BM Gen. Sek. Kofi ANNAN planı temelinde olacaktı. Üyelik kampanyalarında Rumlar HAYIR, Türkler EVET dediler. Sonuçta garip bir durum oldu, hayır diyenler üyeliğe kabul edilirken, evet diyenler üyeliğe alınmadı.. Rum tarafının tek başına AB üyesi olması durumunda, Kıbrıs adası, AB toprağı sayılacak, Türk Askeri bu AB toprağında bulunmuş olacak, Türk tarafının ekonomik durumu daha da kötüleşecek, Rumlar zenginleşecek şeklindeki söylemler sonucu, Kıbrıs Türkleri kendi aralarında bölündü ve hatırlanacağı üzere, Rauf DENKTAŞ’a karşı, hatta, Türkiye’ye karşı açık bir muhalefet ortaya çıktı. Buna benzer görüş farklılıkları ve tartışmalar Türkiye’de de yaşadı. Bu sorunun, bizim AB üyeliğimiz konusunda da olumsuz etkileri olduğu, bu nedenle, çözümlenmesinin kaçınılmaz olduğu çok konuşuldu. BM ve Annan Planı (İngilizlerin taslak planı üzerine inşa edildiği iddia edilmişti) Rumlara sayısız hak ve üstünlük, Türklere ise birkaç konuda yenilik getirmiş olmasına rağmen Rumlar bu planı da reddettiler. Bunun nedenini rahmetli DENKTAŞ bir TV programında şöyle açıkladı. Rumların her istediği oldu, fakat, Türklere de sınırlı da olsa ayrı bir halk ve egemenliğe ortaklık tanındı. İşte, Rumlar adada tek toplum olduğu iddiasını ve egemenliği paylaşma olgusunu bir türlü kabul edemedikleri için her şeye karşı çıkmışlar ve çözüm önerilerini reddetmişlerdir. Kıbrıs Barış Harekatı hakkındaki bilgilerin girişine bilgi kaynaklarından alıntı yaparak bir göz atalım; “ Kıbrıs Barış Harekatı’na 6 nci Kolordu Komutanlığı emrinde; 28 nci Motorlu Piyade Tümeni, 39 ncu Piyade Tümeni, Hava İndirme ve Komando Tugayları, Gösteri Tatbikat Alayı, Amfibi Deniz Piyade Alayı, Jandarma Komando Taburları, Deniz ve Hava Kuvvetleri birlikleri, Bayraktarlık emrindeki Mücahit Birlikleri, 650 kişilik Kıbrıs Türk Alayı ile idari ve lojistik destek birlikleri katılmıştır. Harekat üç safha olarak planlanmıştı. Birinci safhada hava ve kıyı başının tesisi ve elde bulundurulması, ikinci safhada çıkan ve indirilen birliklerin birleşmesi, üçüncü safhada da harekat alanının genişletilmesidir. 20 TEMMUZ 1974 – BİRİNCİ KIBRIS Girne’nin batısında dar ve sığ bir plaj olan Pladini (Karaoğlanoğlu) plajına, uçaklarımızın ve deniz topçusunun desteğinde çıkmaya başlamıştı. SAT komandolarının çıkarma plajının çıkarmaya müsait olduğunu bildirmeleri üzerine, birinci dalga olarak plaja ilk çıkan Amfibi Deniz Piyade Alayı süratle ilerleyerek Girne – Karava – Geçitköy (Panağra Boğazı) ana asfalt yoluna ulaşmıştı. Çakmak Özel Kuvveti’nin diğer unsurları saat 12.00’de plaja çıkarak kıyı başını genişletmeye başlamışlardı. Gönyeli ovasına paraşütle atlayan Hava İndirme Tugayı, bir taburu ile Kıbrıs Türk Alayı’nın batı yanını korurken, geri kalanı ile Dikomo (Dikmen) bölgesini ve Rum Bozdağı’nı ele geçirmek üzere taarruza başlamıştı. Kırnı bölgesine helikopterle inen Komando Tugayı duvar gibi dik dağ yamacını tırmanarak St.Hilarion ve Beyaz Ev bölgesine ulaşmış, bir taburu ile St. Hilarion – Doğru Yol istikametinde, diğer taburu ile Beyaz Ev- Zeytinlik- Girne istikametinde taarruz ederek kıyı başı ile birleşmeye hazırlanıyordu. Donanma, sahil bombardımanı yaparak sahile çıkan birliklerimize topçu desteği sağlarken, 2 nci Taktik Hava kuvvetlerine bağlı savaş uçakları düşmanın ada genelinde askeri hedeflerine taarruz ederek tecrit ve yakın hava desteği görevlerini yerine getiriyorlardı. 20 Temmuz’da Rumlar büyük bir baskına uğramışlardı. Rumlar, Türk Ordusu’nun 1964 ve 1967’de olduğu gibi adaya müdahaleye cesaret edemeyeceği düşüncesinde idiler. Başlangıçta, paraşütle atlayan, helikopterle inen ve kıyıya çıkan birliklerimize etkili bir şekilde müdahale edemediler. Zamanla toparlanan Rumlar akşam saatlerinden itibaren birliklerimize karşı harekata başladılar.” şeklinde devam edip giden ve nice kahramanlık destanını içinde barındıran, kendi gemimizin batırılması gibi trajik olayların da yaşandığı bir harekattır. Kıbrıs Barış Harekatı ile Kıbrıslı Türklerin can güvenlikleri sağlanmış, Rumların Enosis hayali Akdeniz’in karanlık sularına gömülmüştür. Bu savaşta; 415’i Kara, 65’i Deniz, 5’i Hava ve 13’ü Jandarma olmak üzere 498 Türk askeri şehit olmuş, 1200’de yaralanmıştır. 70 Kıbrıslı Mücahit ve 270 Kıbrıs Türk’ü şehit olmuş, 1000 Kıbrıslı Türk de yaralanmıştır. BM. Barış Gücü askerleri de kayıp vermişti: 3 Avusturyalı asker ölmüş, 24 Avusturyalı, 17 Finlandiyalı, 4 İngiliz ve 3 Kanadalı asker de yaralanmıştı. Türkiye bu harekatı ile kendi güvenliğini ve Kıbrıslı Türklerin güvenliğini tehlikeye atacak girişimlere hiçbir zaman seyirci kalmayacağını dünyaya fiilen kanıtlamış oluyordu. 13 Şubat 1975 de Kıbrıs Türk Federe Devlet’i, 15 Kasım 1983 de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ilan edilmiştir. Kıbrıs Barış Harekatı üzerinden 40 yıllık bir zaman geçmiş olmasına rağmen, sorun çözülememiş olup, Kıbrıs Sorununun nasıl bir çözüme kavuşturulacağı merakla beklenmektedir. Kıbrıs konusu bizim için “ Milli Bir Dava” olarak kabul edilmiştir. Bu tanım ilk defa 1958 yılında zamanın dışişleri bakanı merhum Fatin Rüştü ZORLU tarafından bir toplantıda söylenmiş ve kalıcı bir tanım olmuştur. Günümüzde, BM, ABD ve AB koordinesinde çözüm süreci işletilmekte, Türkiye dışarıda tutulmaktadır. Doğu Akdeniz yer altı kaynakları çevre ülkeler ve batılı devlet şirketleri arasında yapılan sözleşmelerle sahiplenilmiş, Türkiye konunun tamamen dışında kalmıştır. Uzmanlar ve köşe yazarları “Kıbrıs elden gidiyor” şeklinde ikazlar yapmaktadırlar. Garantörlük hak ve yetkilerimizi tam olarak kullanamadığımız söylenmektedir. Kıbrıs ve burada yaşayan Türkler bizim için elbette çok önemlidir. Bu önemin, “soydaş” temeli yanında, tarihsel, ekonomik, coğrafi, kültürel ve stratejik boyutlardan kaynaklandığını unutmamalıyız. DERLEYEN: Av. Naci SÖZEN, 20 Temmuz 2014/ ANKARA
Bu haber 2049 defa okunmuştur.
|
SON YORUMLANANLAR
HABER ARA |
||||||||
© 1999 - 2023 haber sitemize girilen ve yüklenen yazı, bilgi belge, içerik ve fotoğrafları Kazancı haber her türlü basım yayın kitap broşür vb işlerde kullanabilir sahipleri bu konuda muvakatname vermiş sayılır. ayrıca sitede yayınlanan her türlü veri kazancı haberden izin almadan kullanılamaz. Haber, Köşe Yazıları ve yorumların sorumluluğu sahiplerine ait olup, sitemiz bu konuda herhangi bir sorumluluk kabul etmez. Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |