Hepimizin yayla tutkusu vardır, sahilde (aşağı dediğimiz tarlalarımız) hasat işlerinden sonra sıcaklar bastırınca yaylaya çıkılırdı, çoluk çocuk, at, eşeklere göç yüklenerek, Yayladaki Çardak’larda, ev yeri tabir ettiğimiz derme çatma ardıç diplerine göçülürdü. Tarlalarda ekili ekinler biçilir, nohutlar yolunur, hasat edilirdi.

Yaylalarda işler bitince hemen kırkuyuya göçülürdü. çobanlar ise davarlarıyla yaylalarda kalamaya devam ederlerdi..
Kırkkuyu'da Sayvant’lara yerleşilir, geç güze kadar da buralardaki ekinler biçilir say harmanda günlerce döven sürülürdü.. Karıncanın tene taşıdığı gibi Kırkkuyu'dan eşekler ve hayvanlarla kıl çuval'da zahire kıl harar'da da saman taşırdı. Kırkıyudan köye, günü birlik gidip gelmek imkânsızdı. O gün kalınır ertesi dün gidilirdi. Alaca karanlıkta yola çıkılır, saatlerce yol alınırdı…

Daha sonra aşağıdaki sahilden başlayan bu telaş Yenicesuyu ve Kırkkuyu'dan sonra tekrar sahilde son bulurdu. Zira tekrar aşağıda tarlalardaki kaldırılan ekin yerlerine ekilen, gazal, fasulye, maş gibi başka hasat bitkileri köylüleri beklerdi. Ardında pekmez kaynatmalar başlardı, daha sonra zaruri kışlık yiyecekler ambarlara taşınırdı… Bu dönüşüm koşturmacalar, her yıl devam ederdi.
Yaylada eğlence vardır, yemekleriyle, oyunlarıyla ‘’yayla kültürü’’ oluşurdu. Çıngıldak, kaledaşı, gilikli, v.b. oyunlar oynanırdı. Bu süreç içinde birçok yayla yemekleri, suludiri, egsikli pilav, yoğurtlu darı çorbası ve sıcak günlerin vazgeçilmez yemeği batırma gibi yemekler vazgeçilmez yemekler arasındadır.

Şimdilerde yaylalar yalnız kendinden korkar olmuş. Dövende dolanan sarı öküzler yok olmuş Dirgen, yabalar, sapı samanı atmaz olmuş. Artık hasat işlerini böyle yapmıyor. Zaten hasat için tarlaları eken bile yok… Yaylarımızdaki bereketlilik, hareketlilik tamamen yok oldu… Kimseler göçmez oldu. Karacaoğlan ne güzel söylemiş; “Habına da, Karacaoğlan habına, Koçyiğitler sığmaz oldu kabına, KABALAK'da boz ardıcın dibine, Yatmamıza, şuracık da, ne kaldı.” Yine kazancılı şairimiz Sami TUNCA, yayla yaşamını şöyle anlatır: “Sürüm gider, yokuş, iniş, Güzel geçer her bir anım, Beğendiğim en güzel iş, toroslarda Çobanım.”
Şimdi memleketimin yaylarında olmak vardı… sığırkuyrukları, deve dikenleri sarı gelinliklerini giymiş, düğün var sanki yaylalarda. Toprak ana uyanmış. Bitkiler coşuyor, Toroslar’ın tepelerinde Her taraf yeşile çalan renk cümbüşüdür şimdilerde… Güneş ışınlarını iliklerinde hissediyor insan. Bu güzel havalarda da durulur mu artık buralarda!

Şimdi asar gediği’nden, demirciini’nin üzerinde olmak vardı, çekmeli koyak’ta sarı çekmeler açmıştır şimdilerde, akyokuş’un başında mor deve dikenleri, korumun dere’de halen yeşil pür ağaçları, Aybahımın başından, kokar kaklık’lığa dogru, yürümek zamanıdır şimdilerde seydinintaş’ta mola verirken kızlarini’nde gelen bir düğün sesi çınlar kulaklarımda, eli helkeli çoban kızları, karadalın başı’ndan kaybolur giderler obalara doğru...

Kebenkapısı’nı açmış, bekliyor insanları kucaklayacakmış gibi, Maraş dağı’nın başı dumanlı, ecir emminin tarlasında beyaz topraklarda beyaz papatyalar açmış, Kızılbelen'den, kızıl saçlı köylü güzelleri bakıyor, Bozarmut renkleri ayrı bir hava katıyor kırlara. Buğday kuyusu’nun suyu yine taşmış, teknesinin etrafında oğlaklar cirit atıyor.

Kırkkuyu’yuda Buz kuyusu'na gitmek isterdim, fakat çok uzak biliyorum Buzlucadağı bizleri bekliyordur. “Kırkkuyum” şiirimde dediğim gibi; “Buzlucadağı tüm heybetiyle durur olmuş, Kapısalara bakıp, çobanları bekler olmuş, Üstelik buz kuyusunun suyuda yok olmuş, Kırkkuyum yalnız, Buzlucam öksüz olmuş” bir başka sefere diyorum ve dönüyorum oradan...

Bozdağın yamaçlarında Kır çayları ve Kekik'ler çiçek açmış, çiçeklerinde arılar polem topluyor, obasında çobanlar kaval çalar, Karagovanlık Ardıçına arılar bal petekleri yapmışlar. Karacaoglanın kabalaktaki boz ardıcı ise halen duruyor. Popas ve burçakalanı’nda davar sürüleri geçiyor, Çan sesleri geliyor kulağıma. Oğlaklar meleşiyor. Bir çoban köpeği, boynunda demir oklu tasmasıyla havlayarak üzerime geliyor, çoban kızı, bağırıyor köpeğine. O hırçın, saldırgan koca karabaş, süt dökmüş kediye dönüşüveriyor, kuyruk sallayarak.

Şair İbrahim ŞAHİN mısralarında geçen; Çıktım Yümsekerik’in yücesine, Seyreyledim nicesini, Kimi düşmüş sürüsünün peşine, Kimi tırmanmış ledin tepesine, İndim Papaz Kuyusu’na, Kimi tuz yalatır, sürüsüne, Kimi helke salar, kuyusuna, Güzeline bakasım geldi, suyunu içesim”

Kazancılı Çolak Hasan’ın dediği gibi; “Sana derim, sana, Burçak alanı, Yakana takmışsın, sümbül, laleni, Ezelden ebede, adet böyle mi?, Hep senden mi geçer Bahşiş güzeli” diye feryat eder, Bahşis güzelini bilemem ama, Etrafta kekik kokulu elleri çiçek tozlu bal arıları vızıldaşıyordu, bütün börtü böcek toplanmış. buralarda şarkılar söylüyorlardı. Koyaklardan burnuma karışık çiçek kokuları geliyor, Bir ses bana, “ oyynn nerden gelip nereye giden” diyor. Bir ses eski çobanların sesleri olmalı buralarda halan yankılanan, Çobanların kaval sesleri, davarların çan sesleri, havlamalar, melemeler artık uzaklaşıyor bizden…
Körkuyu yaylasından sonra Yenicesuyu alanından, Toras’ın tepelerinden geçmeli Dinek tepesine gitmek için, Dağlarda, kimi beyaz kimi mor çiçekleriyle sere serpe uzanıvermişlerdir toprağa. Olmaz ki, böyle de yatılmaz ki! Taşların arasında çiçekler takmışlar, mor, beyaz, kırmızı küpelerini.

Gümbürdek’ten çalın koyakları ve kerimekinliği’nin tepelerine çıkmalı, pampık emminin Yörük develerini kovaladığını görür gibiyim, karinin boğaz ve yavşanın dar alabildiğine yeşile bürünmüş. İbişin tarlası yine gen kalmış, dikenler yürümüş alabildiğince, katırca kayalığı’ndan, kartalın tepe ve candır’ın koyaklarından Sanki bir ressam geçmiş, elinde fırçasıyla darbeler vurarak.

İlerliyorum fakat gitmek istemeyen ayaklarım isteksizce adım atıyor bu güzellikler içinde.. Öğle oldu körkuyudayım. Arılardan müsaade bir yudum su içebiliyorum. Nerde o eskiler diye iç geçiriyor insan, bögelekli sığırlar, karsambaya karışmış oğlaklı kuzulu sürüler, Çeşmebaşı sohbetler. Nerde o eski günler, nerde.? Her an bir yerden çıka gelen çobanların korkulu rüyası Gormacı Muharrem yok artık...

Ahmet ÜNLÜ’ ne güzel anlatmış körkuyu yaylasını; “Körkuyu uyanmış, gözü açılmış, Etrafına neşecikler saçılmış, Çadırıyla keşkeğiyle göçülmüş, Senin başın bayramyeri, Körkuyu.” Temenimiz bu yönde yine bayram yeri olmalı körkuyu şenlikleri, buralarda yine coşmalı diyorum. şenliklerimiz coşkulu bir ŞÖLEN havasında yapılmış ve gelecek yıllarda daha coşkulu kalabalıklarla tekrarlanması konusunda tam bir fikir ve gönül birliği oluşmuştu. Nazi SÖZEN’nin dediği gibi; “Körkuyuda Buluşalım - Görüşelim / Konuşalım – Bilişelim“

Yenicesu Yaylasına doğru gidiyorum, bu dağlarda kimsecikler yok, bir kertenkele kıpırtısından dahi ürkülen yayla yollarını dikenler bürümüş, Alandaki tarlalara bakıyorum artık ekin tarlaları yok, bir an kendimi Değirmen alanında sandım. Her taraf meyve fidanlarıyla dolu, fidanların dibinde patates ekilmiş, soğanlar erkek bile çıkarmış… buğday, nohut tarlaları bahçe olmuş yaylalarımda…

Mahmut kuyusu’na doğru gidiyorum, karşıma Sakat Dedesi’nden şifa bulan insanlarla karşılaşıyorum kucaklarında ağlayan çocuklarıyla oradan uzaklaşan, Avlak ini’nde öküzlerin yerine Baltalı kuşları yuva yapmış artık. Son bir defa arkaya bakıyorum alana doğru her taraf meyve fidanı dolu, yoksa burası Karacıyermi… Torasın ardıç ağaçlarında Hüppük kuşları’nın sesleri arasından Toros Oluğu’ndan kana kana su içiyoruz suyu da iyiden azalmış, önündeki sögüdüde iyice azmış.

Ve nihayet işte, Kızıltaşın başı ve Kazancı’yı görebiliyorum. Biraz moladan sonra Elmalı Oluğa doğru yürüyorum, şarlonun tarlasından geçerek, Tarihi Dinek kulesi’ne ulaşıyorum, bütün Taşeli kanatlarımın altında Çatalbadem, Zeyve, Ermenek ve Kazancı işte benim memleketim, Havasına suyuna taşına kurban olduğum memleketim. Birden bir palaz sürüsü kalkıyor, ardıç tomağı’nın içinden, dolanıp gitti belene doğru… Eskiden olsa tazı gibi koşardım arkalarından, şimdi sadece arkalarından bakmakla yetiniyorum. Yaşlanıyor muyum ne.?
Evet, yaşlanıyorum galiba ve İnsan yaşlandıkça memleketinin taşına, toprağına bir başka bakıyor, nede olsa toprak çekiyor insanı, ve artık insan daha da bir güzel anlatıyor artık memleketini...
Yazan; Hasan KÖKSOY – 27 Mayıs 2008
hasankoksoy@gmail.com
Bu haber 2563 defa okunmuştur.