| ||||||||||
| ||||||||||
EN ÇOK OKUNANLAR |
Nar çiçekli Büyükannem (Şahsan Ebem)-![]() 26 Mayıs 2010, 17:42 Büyükbüyükannem Ayşe ARICI’yı (Şahsan Ayşası) 12 Haziran 2007 günü kaybettik. Bir asırdır yaşadı, tarihi bir çınar böyle göçtü gitti... Aslında Yok, olan çocukluğumuzdu, yok olan büyükannemin şefkatiydi. Şimdi size kuzenim Ergün'nün Büyüanneanemin vefatıyli ilgili yazmış olduğu yazıyı paylaşıyorum. Büyükannnem 23 yıl önce (1984 yılında) eşini yani dedem Süleyman Arıcı'yı erken kaybetmişti. Bir gün evde tuhaf bir kalabalık vardı, ne olduğunu anlayamıyordum, çünkü yaşım daha 3yada4 tu. tüm akrabalar ve komsular ordaydı. Annem yine her zamanki gibi ama bu sefer hüzünlü bir tonda beni aydınlatmaya çalıştı: ’yavrum uf deden öldü’. O günden sonra bir daha dedemi camin önündeki menekşe çiçekli minderin üstünde oturmuş, gözlerini torasa dikmiş ve elinde sigarasıyla göremedim. ‘uff’ diye nitelendirdiğim hastalığı onu aramızdan alıvermişti. Ondan geriye kalan duvardaki siyah beyaz resmi ve Ayşe ebemdi. biz onu cok severdik, cok merhametliydi, çok iyiydi. Dede seni cok özledik, eminim sende bizi çok ozledin, ruhun şad olsun, Allah sana sonsuz rahmet eylesin, O’nun cennetinde seninle kavuşmak umuduyla, hoşça uyu... Kışlar sert geçiyordu. Evimiz iki katli, uzeri toprak damlı, alt katında hayvanların yasadığı bir evdi. İkinci kattaydık, yöre insaninin salma dediği evlerde, her salmada iki oda olur ve her salmada iki aile yasardı. Bizim evin birinde ebem diğerinde biz yasıyorduk. Babam askerde değildi, ama yine uzun ayrılık zamanları yaşanıyordu evimizde, babam yılın yarısı denecek bir zamanını İzmir’de çalışarak geçiriyordu. Benim camın önünde oturuşlarım çoktan geçmiş, yaşımın küçük olmasına rağmen annemin vazgeçilmez bir yardımcısı olmuştum. Bundan sonra o camın önünde menekşe çiçekli minderin üzerinde Ayşe ebemi görecektim. Bu arada ortanca kardeşim Ergin dünyaya gelmiş evimizin neşe kaynağı olmuştu. Evet, 7 yasındaydım okula başlamış bir taraftan çalışırken diğer taraftan ev islerinde pay sahibi olmaya çalışıyordum.
Ben okula başladığımda elektriklerimiz hala yoktu, lambanin önünde otururduk, direkler yeni dikilmeye başlamıştı, bir gün yukarı çeşmenin(bugünkü hacomarın evinin önündeki çeşme) önüne dikilen direğin tellerinin artik parçalarını toplayıp eve getirmiş, sevinçle ‘anne bak tel getirdim artik bizimde elektriğimiz olacak’ demişim. ama elektrik için tellerin yeterli olmadığını sonralarda anlamış 3-4 yıl daha beklemek zorunda kalmıştık. Daha önceleri aksam oturmalarının mekânı ebemlerin salmasıyken, simdi yeni mekân bizim salmaydı. Ebem aksamları bizden tarafa gelir, oturup yatmak için kendi tarafına geçerdi. Bu değişiklikteki temel nedenin uff dedemin olmayışı olduğunu biliyorduk.
Ama zaman her türlü acıyı dindiriyordu, onu özlesek te artik acı duymuyorduk, çünkü onun fotoğrafı duvarımızdaydı ve hep bize bakıyordu. Dedem yoktu ama biz yine bir aileydik, gunler hızla geçiyordu. Ben sadece anneme yardim etmiyordum, ayni zamanda Ayşe ebeme de yardim ediyordum, tavuklarını güdüyordum, küçük kapaklı kuzinesine odunlar kesiyordum, ve yağmurlu günlerde ayaklarım ıslanma pahasına yağmur sularına yol vermeye çalışıyordum. Mevsimlerden yine kıştı ve sertti. Karlar bizim oralarda şarkılardaki kadar romantik döne döne düşmüyordu. Kasaba insani için kar zorluktu, sıkıntıydı ayni zamanda ilkbahardaki buğdaya bereketti. O gün çok kar yağmıştı. Gecenin bir yarısında kapımız vuruldu, bu diş kapının sesi değil ara boğaz (iki salmanın geçiş kapısı)kapısının sesiydi. Önce annem uyandı sonra ben ikimizde kapıya koştuk, ebem telaşlı bir sesle ‘bağız bu dam delindi ölü uykusuna mı tutuldunuz’ dedi. Demiştim ya damımız topraktı ve yağmur ve kar’dan sonra akmaya baslardı. O günde onun salmasında akmalar çoktan başlamıştı. Babam yine izmirdeydi, annem telaşla dama koştu bende arkasından, ben o is için hala küçüktüm ama annemi de yalnız bırakmaya hiç niyetim yoktu. İkimizde cıktık ben bir şey yapmasam da annemin önce kar’ı kürüyüşünü ve sonra damı yuvakla yuvmasını seyrettim. O gün kazancının karlı bir gecesine ilk tanık oluşumdu, herkes kendi evinin damındaydı, karşılıklı laf atmalar, gülüşmeler gecenin 3 ya da 4 ünde insanlar damlardaydılar. Herkes zor bir isi yapıyordu ama insan iste bu zorluğu da eğlenceye çevirmeyi bilmişti. Damlalar durmuştu, ben annemle birlikte tekrar eve girerken çok mutluydum. Ebemdeki telaşta yerini rahatlığa bırakmış, hepimiz gönül rahatlığıyla yarıda bıraktığımız uykumuza geri dönmüştük. Ertesi sabah dışarı çıkmak için kapıyı açtığımızda her taraf bembeyazdı. Önce tahtayı (balkonu) temizledik. Evimizin önünde iki bahçemiz vardı yine salmalar gibi alttaki ebemlerin üstteki bizimdi, ikisinin arasındaki duvarda ise boydan boya nar ağaçları vardı. Biz kapıyı açtığımızda ebem çoktan kalkmıştı yine o endişeli bir o kadarda sevecen sesiyle ‘bağız su narların dallarını bir silkeleyin yoksa kırılacak’ evet gerçekten nar ağaçlarının dalları kardan dolayı neredeyse yere değecekti, annem bu isi bana verdi, bende bir ise yaramanın heyecanıyla siyah çizmelerimi giyip koşarak bahçeye indim ve narları silkelemeye başladım. Çok zevkliydi, elimdeki değneği narin dalına vurunca nar dalı ani bir hızla göğe doğru fırlıyordu ve ben her bunu yapışımda donup tahtaya bakıyor orda bana bakan ebemle, anneme gülücükler gönderiyordum, onlarda bana bakarak aralarında bir şeyler konuşuyor bana aferin diyorlardı. Az sonra bütün narlar kardan kurtulmuştu. o günler böyle sürüp gitti, ben odun kirdim, bizim için, ebem için, yolları açtım, narları silkeledim. Ebem hep oradaydı, bazen kapısının önünde, kapının esiğinde, bazen evimizin önündeki duvarının üstünde, bazen bahçede, bazen yasar amcaların kebeginde, bazen sobanın kenarında. Komsularımız vardı, onlarda ailemizin bir parçalarıydı, Ebe teyze-Mustafa amca, Fatma teyze-Yasar amca, Adike ve Asiye teyze- Ali amca, Sırma teyze, Akmanastırlı Asiye teyze. Onlarla ev onu sohbetlerine hep tanık olmuşumdur, onlarda bizi çok severlerdi. Ne zaman okuldan gelsem hemen ebemin evine giderdim, o hep camin önünde olurdu, tam da dedemin yerinde, dedem gibi torosa bakmazdı ama hep ‘Asiye teyzenin gediğine’(yola) bakardı. Menekşe çiçekli döşek zamana yenik düşerek çoktan mor rengini boz renge çevirmişti. Ama bu renkte yakışmıştı mindere. Biliyordum yalnızlık çekiyordu ebem, bizler günlük hayatin telaşı içinde koşuştururken o hep o gedikten birilerinin gelmesi için bakıyordu. Ebem kendinin doktorudur diyebilirim, tuhaf bitki karışımları yapardı. Ben doğru dürüst ilaç kullandığını hiç görmedim. Isırgan, kabarcık, aciyavsani ve ardic yaprakları vazgeçilmezleriydi. Ardıç yapraklarının karin ağrısına iyi geldiğini söylerdi ve sık sık beni Sırma teyzenin bahçesinin köşesinde bulunan ardıç ağacından dal almaya gönderirdi. Ve ben kara rağmen zaman zaman kolumu sıyırtsam da ebemin mutluluğunu gördüğümde bu zorluklar hemen sevince dönüşüveriyordu.
Evimizin en gizli yeri ambar diye tabir ettiğimiz yerdi. Ben oraya çok girmezdim, simdi bile merak ederim, ne zaman odasına gitsek ebem oraya gider eteğinde bir suru yiyecekle geri dönerdi. Ve buda bizdeki gizemi artırırdı. Hatta çocukluğumda orda hazine bile olabileceğini düşünmüşümdür. Evet büyükannelerimiz çok tutumlu insanlardı, belki de yokluk görmelerindendir. Ebemin sobasının ustu hiç bos olmazdı, ne zaman gitsek ya samsira, ya da un helvası olurdu. Evet, ebemin yaptığından başka kimsenin yanında samsira yemedim. Kıs çoktan geçmiş tüm kazancı yeni bir doğuma hazırdı, her taraf çoktan yeşillenmeye başlamıştı bile. Evimizin önündeki yaşı bir hayli büyük olan dut ağacı ve kavak ağaçları da renklerini çoktan değiştirmişlerdi. Ebem her zamanki gibi baharın gelmesiyle kendini bahçeye atmıştı, yasına rağmen çok dinç ve çalışkandı. Bizim ve Süleyman dedemin ve Fatma ebemin yardımıyla bahçesini ekiyor kendi yiyeceğini üretiyordu. Evet, ebem çok çalışkandı. Kendine emekli maaşı bağlanma teklifini bile haram olur diye geri çevirmişti. Son birkaç yılına kadar namazlarını titizlikle kılardı. Onun yaşıtlarına baktığımda bunu başka birinde görmemiştim. Ve hayatinin sonuna kadar muhtaç olmadan yasadı şükür. Ben çoktan fiyakalı bir lise öğrencisi olmuştum, bir gün eve geldiğimde annem bahçede su olduğunu benim Ayşe ebeme yardim etmemi söyledi, bende üzerimi değiştirip indim, arığın basında Merrav rahmetli Pireliyi gördüm, biraz daha ilerlediğimde Ayşe ebem elinde iskelicle sulara yol açmaya çalışıyordu. Benim geldiğimi görünce basını kaldırdı, basindaki yazmasından dışarı tasan kına kızıl saclarını, su götürmeye çalıştığı narçiçekleriyle görünce söyle bir sure bakakaldım. Narçiçekleri tüm güzellikleriyle ebemin yüzünün güzelliğini tamamlıyorlardı. Zamanın suları hızla aktı, çiçeklerini suladığımız narlar oldu, kisin yemek için ambarlara kaldırıldılar. Ben İstanbul’a üniversite için geldim, ebemle ayrılığımız o zaman başladı, yazdan yaza görüşmeler dışında beraber olamadım. Bir sure sonra annemlerinde İstanbul gelmesiyle ebem yalnız kalmıştı dört odalı evimizde. Biz onu özlüyorduk, oda şüphesiz bizi, hatta zaman zaman bazı kişilere, “teslime, ne yapıyormuş orada gelsin getsin gayri” diyormuş. Daha sonra baba anemlerde gelmeye başladı. Evinden ayrılmak ona çok zor gelmişti. Nede olsa evinin eşiydi (uf dedem), oğullarıydı, bizdik, komsulariydi, hayatiydi. Sanırım son anına kadar hep evini özledi. Evet, ebemizi çok severdik, tüm torunları onu çok severdi, ama günlük hayatin koşuşturmalarından dolayı son zamanlarında onu biraz yalnız bıraktık. Simdi de öyle değil mi, hep büyüklerimizi yalnız bırakıveriyoruz.
Oysa en çok sevgiye ilgiye muhtaçlarken. Sonrada olum haberini aldım. Çiçeklerini gördüğü, belki de göremediği narları yemek bu mevsim nasip olmadı. Bundan sonra her narçiçeğinde ebemin kınalı saclarını bulacağım. İlk defa ölümü bu kadar yakınıma gelmiş olarak hissettim. Çok üzüldüm, çok üzüldük. Ama simdi biliyorum ki simdi dua etme zamanı ve onu içimizde yaşatma. Ruhun şad olsun ebem. Allah sonsuz rahmetini versin sana Âmin Hasan KÖKSOY-Torunun Oğlu Bu haber 2623 defa okunmuştur.
|
SON YORUMLANANLAR
HABER ARA |
||||||||
© 1999 - 2023 haber sitemize girilen ve yüklenen yazı, bilgi belge, içerik ve fotoğrafları Kazancı haber her türlü basım yayın kitap broşür vb işlerde kullanabilir sahipleri bu konuda muvakatname vermiş sayılır. ayrıca sitede yayınlanan her türlü veri kazancı haberden izin almadan kullanılamaz. Haber, Köşe Yazıları ve yorumların sorumluluğu sahiplerine ait olup, sitemiz bu konuda herhangi bir sorumluluk kabul etmez. Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |