| ||||||||||
| ||||||||||
EN ÇOK OKUNANLAR |
Garainden Fırlatılan Taşın Öyküsü
Garin eski zamanlarda, yaylalardaki obalardan köye en yakın olanı, coşkulu kalabalıkların toplandığı bir yurt yeriydi. Karain (halk dili ve günlük konuşmalarda Garin olarak geçer) ismi, Kazancılıların geçmişinde ve kültüründe çok önemli yer tutan ve çevre yerler ile birçok olayı belirlemede mihenk noktası kabul edilen, özlemli bir yerin adıdır. Kazancılıların hepsi, hatta Kazancıdan gelip geçen her kes, bu yeri ya görür, ya da, bir vesile ile konuşmasında yer verir. Eski zamanlarda, yaylalardaki obalardan köye en yakın olanı, coşkulu kalabalıkların toplandığı bir yurt yeriydi. Mevsimler boyu, ünlü çobanların davar sürüleri bu inde yatar ve yaz geldiğinde, toplanan gübre (ılkıtersi ) muhtarlık kararı ile satışa çıkarılır, satın alan köylüler, topluca oraya gider, eşit öbekler yapılarak kura ile hisseler belirlenirdi. Bu konudaki en belirgin hatıram, çocukluğumda, bu inden hayvanlara yüklenen gübreyi köye yıkmak için geldiğimde, merhum İmam Mehmet (EREN) evinin önünde toplanan ahalinin radyo dinlediği ve konuşmalarında “İhtilal olmuş, Başbakan Menderes hapse atılmış“ şeklindeki konuşmaları duymuş olmamdır. Yani, 27 Mayıs 1960 günü, Garin’den ılkı tersi (davar ürünlerini belirlerken başına “ılkı” kelimesi konur ) çekiyordum. Garin kelimesi, kendi varlığı ve özlemli anlamı yanında, çevresini tanımlamada da kullanılan bir isim demiştik. Kabalak yaylasının alt bölümüne “ Garin’in üstü “, altdaki vadiye “Garin’in boğaz”, düz yola “ Garin’in önü”, kuzey yamaçlarına “Garin’in güney” ve karşı yamaçlara “ Garin’in karşısı” denir. Şimdilerde sessizliğe bürünmüş olan bu yer, Bekir Çobanın (ÜNLÜ) az sayıda davarına ev sahipliği yapmaktadır. Bu yerden bakıldığında, çevrenin eşiz manzarasını bilenler de, akşam saatlerinde evlerinden yiyeceklerini alarak, tam inin önünde yemekte ve manzara seyretmekteler. Bu kısa ön bilgiden sonra, gelelim “Garin’den Fırlatılan (Atılan) Taşın Öyküsü“ ne. Kazancılıların Yörükler (Gurdlar) ile yayla ve sınırları konusunda yoğun çatışma ve anlaşmazlık yaşadıkları 1940’lı yılların sonları. Kazancı Muhtarı Merhum (Efsane Muhtarlardan) Hasan ERDEM (Hacı Muhtar) ve sınır anlaşmazlığı da Kırkkuyu ve Buzluca yaylaları bölgesinde yaşanmaktadır. Yörük çobanları, tüm ikaz ve ihtarlara rağmen, bizin sınırı geçmiş ve şimdiki Buğday Kuyusu denilen yerde sürülerini otlatmaktalar. Korumacılar bu durumu görünce sinirlenirler ve aldıkları emir doğrultusunda, tüm sürüyü Kazancı’ya getirip Mandıraya katmak için harekete geçerler. Mandıra, yasak bölgeye veya başkalarının ekili yerine giren malların katıldığı yere verilen isimdir. Köy odası altı Mandıra olarak kullanılırdı. Korumacılara karşı durmaya çalışan Yörük çobanları başarılı olamayınca, yakınlarına haber vermek için geri dönerler. Sürüler ise vadilerden ilerleyerek Kazancı yolculuğuna çıkar. Gurdların yurdu çok uzak bir yerde olduğundan, haberin ulaşması, yola çıkılması ve sürünün bulunması hiç de kolay olmaz. Sürü, normal yoldan değil, Otkukoyak, Kabalak üzerinden sürülür. Nihayet, Yavşan boğazından Garin’in üstüne gelindiğinde kalabalık Yörük obası arkadan yetişir. Korumacılardan biri Merhum Halil YILMAZ (Gıldır Halıl)’dır. Yörükler, sürüyü geri çevirmek için öne geçer, korumacılar, sürünün arkasındadır. Karşılıklı bir boğuşma ve arbede yaşanmaktadır
Gurd Goca’nın bu sesini duyan kadınlar, bu adam kim ve ne diyor gibisinden aşağıya doğru bakarlar. Kadınlardan biri ihtiyarı hemen tanır ve “ köpeğin yörüğü, sen nerden çıktın “ diye homurdanır. Herkes bir şeyler söylemekte ve yukarıda kavga eden Yörüklere olan sinirlerini bu adamdan çıkarmaya çalışmaktadır. Bu sırada, yerden büyük bir taşı eline alan bir kadın “ sen ne konuşun, köpek herif “ diye bağırırken, elindeki koca kayayı da olanca hızıyla ihtiyar yörüğe doğru fırlatır. Taş, havada bir kavis çizerek aşağıya doğru süzülmektedir. Taşın hedefi, olaylardan habersiz, değirmenden yaylaya gitmekte olan, eşeğinin üzerinde durmuş ve çevrede olup bitenleri öğrenmeye çalışan Gurdlardan Molla Mehmet (Gurd Goca)’den başkası değildi. Taş, büyük bir süratle adamın tam kafa tasının üzerine öyle bir değer ki, zavallı ihtiyarın “ anam “ bile diyemeden eşekten yere serildiği ve taşın kafa tasını parçalarken çıkardığı “ çattt !! “ sesinin kulakları sağır ettiği rivayet olunur. Garin çevresinde bulunan herkes olay yerine koşar. İhtiyar adam kendinden geçmiş, kanlar oluk oluk akıyor, kırık kemikler arasından beyaz ve kıvrımlar halinde beyni bile görünüyordu. Feryat ve çığlıklar Garin üzerinde devam eden mücadeleyi hemen durdurmuş ve Yörük-Köylü demeden herkes yaralının başına toplanmıştır. Biraz önce adeta düşman taraflar gibi çatışanlar, birlik halinde yaralıya yardım yarışına girişmişlerdir. Birkaç kişi, yaralıyı ilk yardım tedbirleriyle oyalarken, diğerleri, çevreden ağaç ve dallar keserek aceleyle bir sal imal ederler. Yapma sal üzerine yatırılan yaralı bir telaş içinde Kazancıya taşınır. Burada yapacak fazla bir şey olmadığından, günün imkanlarıyla Ermenek yollarına düşülür. Herkesin kulağı “ Gurd Goca Ölmüş “ şeklinde gelecek haberdedir. Ermenek sağlık merkezindeki ilk yardım tedbirlerinden sonra, yaralı Mut-Silifke üzerinden Mersin iline ulaştırılır. İlk yaralanma anında “ adam öldü “ diye feryatlar yükselen bu inatçı ihtiyar, onca zahmetli yolculuklara rağmen ecele teslim olmaz. Zaman sonra, yaralının iyi olduğu ve Anamur’a döndüğü duyulur. Takip eden yıllarda, bu kişi daha uzun yıllar yaşamını sürdürmüştür. Bu arada, kafatası kemikleri tuz-buz olduğundan, bir araya getirilemediği, bir kaplumbağa (tosbağa) kemiğinin kafatasına giydirilerek kaynatıldığı söylentileri yayılır. Böylece, “ Gurd Gocanın kafatası tosbağa kemiğindenmiş “ söylemleri hatıralarda yerini alır. Bu gün bile, 50 yaş üzerindekiler, bu konuyu dile getirmektedirler. Bu söylentilere rağmen, tosbağa kemiğinden kafatası kemiği yapıldığını bizzat görene rastlamadığımızı da belirtmeliyiz. Gurd Goca ölmemiş ve evine dönmesine dönmüştür, ama, olayın adli yönü uzun yıllar devam etmiştir. Soruşturma safhasında, Yörükler tarafından, yaralama olayının Kazancı Muhtarı Hasan ERDEM (Hacı Muhtar ) ile korumacılar ve azalar tarafından gerçekleştirildiği iftirası atılmış ve savcıya bu isimler verilerek şikayetçi de olunmuştur. Kazancı muhtarlığı da Yörüklerin saldırısından şikayetçi olmuş ve o zamanın şartlarına göre Silifke Adliyesinde karşılıklı ceza davaları açılmıştır. Bu olaylara tanık olan ve hala hayatta olan kişilerin anlatımlarına göre, duruşmalara, atına binmiş olarak Hacı Muhtar ve yanında yaya olan diğer sanıklar olmak üzere kalabalık bir Kazancılı gurubu gidip geliyordu. Yine bir duruşmaya, Kopukoluğu, Gülnar üzerinden giderlerken, Anamur yaylaları tarafından gelen yoldan da Gurdlar gurubunun geldiği görülür. Karşılıklı selamlarla, sohbete ve yola devam edilir. Hacı muhtar, Yörüklere “ bu olayı sürdürmek size de, bize de zarar verir, karşılıklı şikayetlerden vazgeçelim, olayı tatlıya bağlayalım “ diyerek ortamı yumuşatır. Uzun yolculukta Yörükler ikna edilir ve adliyede şikayetlerden vazgeçilir. Fakat, ağır yaralanma olduğundan, savcılık, Kazancılıların davasını sürdürür. Sonunda, taşı fırlatanın sanıklardan biri olmadığına karar verilir. Bu taşı kimin saldığı da öğrenilemez ve dava böylece sonuçlanır. Gurdlar ile Kazancılılar arasındaki çekişmeler bu olayla sona ermemiş olup, 1958 yıllarına gelindiğinde, Bozdağ mevkiinde yine silahlı çatışma çıkmış, Ermenek ve Konya’dan Jandarma Birlikleri gelerek yaylalarda günlerce adeta savaş yaşanmıştır. Yörükler, bizim çobanlara ve korumacılara gördükleri her yerde saldırmışlardır. Merhum Nail Muhtar zamanında meydana gelen bu olaylar ayrı bir hikayeye konu olacak kadar geniştir. Garin’den fırlatılan taşın hikayesini burada bitirirken, bir ayrıntıya da yer verelim. Bizim sanıklar Silifke adliyesine vardıklarında, orada görevli silahlı Jandarmalardan biri, uzaktan geçmekte olan Merhum Halil YILMAZ (Gıldır) ‘a doğru dönerek “ hey, Kazancılı, gel buraya “ der. Biraz şaşıran ve birazda kuşkulanan zamanın korumacısı sese doğru gider ve “ asker ağa buyur “ diye cevap veriri. Asker sertçe “ nedir bu Yörüklerle alıp veremediğin, neden hep bu Gurdlara eziyet ediyorsun, zorun ne?” diyerek devam eder. Bu duruma şaşıran korumacı, kendini savunmaya çalışarak, “ Asker ağa, asıl Gurdlar Kazancılılara saldırır “ diyerek meramını anlatmaya çalışır. Fakat, “ bu asker beni, Gurdları ve olayları nerden biliyor, acaba Anamurlu mudur ? “ diye düşünmekten kendini alamaz. Bu sırada, diğer köylüler de toplanır. Neden sonra anlaşılır ki, Jandarma Askeri, o sırada Slifke’de askerlik hizmetini yapmakta olan, Türbesekisi Mahallesinden Sarı Ahmet oğlu Halil’den başkası değildir. Korumacıya sözüm ona “ şaka “ yapmıştır. Bizim korumacı, bu eşek şakasına kızarak “ askerlik sonrası Kazancıya döndüğünde ben seninle görüşürüm “ diye seslenir. Kazancı ve Kazancılılara ait geçmişlerde kalmış başka bir öyküde buluşmak üzere…… Yazan : Av. Naci SÖZEN,, 22 Ağustos 2007, Kazancı / ERMENEK Bu haber 1721 defa okunmuştur.
|
SON YORUMLANANLAR
HABER ARA |
||||||||
© 1999 - 2025 haber sitemize girilen ve yüklenen yazı, bilgi belge, içerik ve fotoğrafları Kazancı haber her türlü basım yayın kitap broşür vb işlerde kullanabilir sahipleri bu konuda muvakatname vermiş sayılır. Ayrıca sitede yayınlanan her türlü veri kazancı haberden izin almadan kullanılamaz. Haber, Köşe Yazıları ve yorumların sorumluluğu sahiplerine ait olup, sitemiz bu konuda herhangi bir sorumluluk kabul etmez. Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |