| ||||||||||
| ||||||||||
EN ÇOK OKUNANLAR |
![]() Hasan ÇAĞLAYAN ın Hazin Öyküsü
İstanbulda silahlı soygun saldırısında hayatını kaybeden Hasan ÇAĞLAYAN'NIN öyküsü KAZANCILI HASAN ÇAĞLAYAN ANISINA Kazancılı okul arkadaşım Hasan ÇAĞLAYAN, merhum Fehmi Hocanın dördüncü oğlu olarak 1950 yılında merkez mahallede doğdu. Kazancı İlkokulunu 1962 yılında bitirerek Ermenek ortaokuluna başladı. Aynı yıl, Tepecik mahallesinden Nurullah AKTAŞ (Dede Hoca) ve zamanın nahiye müdürü Süleyman Beyin oğlu Vecdi ÖZDEMİR‘de onunla birlikte ortaokula başlamışlardı. Ben, bir yıl sonra, yani, Eylül 1963 ayında ortaokula başlamış olduğumdan, Ermenek’te okul, şehir ve yurt dahil her konuda bana bıkmadan, usanmadan bilgi veren, şehri, okulu, öğretmenlerin not verme durumuna kadar ayrıntılarla tanıtan, saç tıraşı olacağım Alaeddin berberi, kitap alacağım Bahçevli kırtasiyeciyi, terziyi Süleyman Topçu, sinemayı, gezebileceğimiz parkları gösterip anlatan, tavsiyelerde bulunan can yoldaşı bir arkadaşımdı. Arkadaşım Hasan, Ortaokulu Haziran 1965 ayında bitirdikten sonra, bir gurup arkadaşla müşterek ev kiralayarak Karaman lisesine başladı. Bir yıl sonra, yani 1966 yılında, ben de Karaman lisesine başladım ve Kazancılı 4 öğrenci, Sami Yıldız, Muhammet Erdoğan, Hasan Çağlayan ve ben aynı evde kalmaya başladık. Arkadaşım Hasan, Karaman günlerimde, Ermenek’te olduğu gibi, bana her türlü bilgileri veren cefakar can yoldaşımdı. Aslen Ermenekli olan Mehmet ERDURAL isimli kişinin evinde kalıyorduk. Aynı odayı ve sofrayı paylaşıyorduk. Paramız bittiği zaman, Çelebi fırınından aldığımız ekmek ve yeşil soğan yediğimiz günler olmuştu. Sinemaya ve kahveye birlikte giderdik. Yemekleri gaz ocağında pişirdiğimizden, gaz bittiğinde sıcak yemek yiyemezdik. Paramız bittiğinde yağ ve salça gibi ihtiyaçları bile alamadığımız günler olurdu. Hiç unutamadığım bir anı, bir gün, hiç paramız kalmamış ve evde tuz bitmişti. Tuzun kilosu 15 kuruş olduğundan, cüzdanlar ve cepler karıştırıldı, 4 kişinin üzerinden 15 kuruş toparlandı. Bana tuz al gel dediler. Ben, peşinen “ bakkala gidip bir kilo tuz ver diyemem” dedim. Bu sırada, arkadaşımız Hasan parayı alıp, tuz almak için evden çıktı. Bir müddet sonra geri döndü, fakat, elinde tuz yoktu. Ekmeği, Çelebi fırınından, elimizdeki fişlerle aldığımız için ekmek sorunu yoktu. Bakkala bir kilo tuz ver deyince, bakkal, “tuz 15 kuruş, tuzu koyacağım kağıt kesenin kilosu 150 kuruş” demiş ve tuzu satmamıştı. Başka bir gün ise, tanesi 5 kuruş olan yazılı kağıtlarını alacak paramız yoktu. İşte, bu ve benzer sıkıntılarla yaşar gider, paramız olursa kahveye veya sinemaya gider, olmazsa evde ders çalışırdık. Güzel filim olduğunda mutlaka para bulunurdu. Gece eve döndüğümüzde, ben önceden hazırladığım uyku hapını (uyutmayan hap) atar ders çalışırdım. Arkadaşım ve köylüm, can yoldaşım Hasan, 1968 yılında liseyi bitirip İstanbul’a, abisi Osman Çağlayan’ın yanına gitti. İktisat fakültesine başlamıştı. Bir yıl sonra, yani Haziran 1969 ayında, lise fen kolunu Haziran ayında bitirdiğim için ben de İstanbul/Yeşilyurt’da bulunan Hava Harp Okulu giriş sınavlarına katılmak için yola çıktım. Fen mezunu olmayan ve haziranda direk mezun olamayanlar sınava kabul edilmiyordu. Haziran ayında İstanbul’da başlayan sınav maratonu, ( yazılı, sözlü, jimnastik, mülakat, sağlık raporu), sonra, Eskişehir İnönü THK Uçuş merkezine intikal, paraşüt eğitimi ve Siat uçaklarında uçuş eğitimleriyle devam etti. Topluca İstanbul’a dönüş, bir aylık temel askerlik eğitimi, yemin merasimi derken, 01 Ekim 1969 günü, bu sürecin sonuna ulaşabilen, lise birincileri ve direkt mezun olmuş 150 kişi ile Hava Lisesinden gelen yine üstün zekalı öğrencilerden oluşan 50 öğrencinin katılımıyla toplan 200 genç resmen Harp okulu öğrencisi olmuş, şehir iznine çıkabilecek seviyeye gelmiştik. Can yoldaşım ve her gittiğim şehirde beni karşılayan ve rehberlik eden arkadaşım Hasan ilk hafta sonu iznine çıkacağım Cumartesi sabahı okulun giriş kapısına gelmişti. Birlikte çıktık, banliyö trenine bindik, abisi, merhum Osman Çağlayan’ın Küçükçekmece’deki evine gittik. Tanışma, sohbet, ikramlar ve akşamı okula dönüş. Kazancı’dan Şubat 1969 ayında ayrılmış, Haziran ayında elimde bir torba ile İstanbul yoluna düşmüş, uzun aşamalardan sonra askeri öğrencilik ve Ekim 1969 ayında ilk defa sivil bir Kazancılı aileyle görüşme ve sohbet, benim için çok çok önemli anlar, mutluluklar oluyordu. Arkadaşım, bu kez bana İstanbul’u anlatıyordu. Arkadaşlığımız ve görüşmelerimiz böylece devam etti, Şakacı, her şeyden bir espri çıkarabilen ve hayata daima umutla bakan bir kişiliği vardı. İstanbul’dan ayrılmadan önceki son dönemlerde görüştüğümüzde ve Küçük Çekmece gölü kıyısında gezinti yaptığımızda, Almanya’da çalışan diğer abisi Azmi Çağlayan hesabına bir inşaat olduğunu ve koordinesini üstlendiğini anlatmış ve inşaat halindeki binayı gezdirmişti. Lisede, hepimizin içinde bulunduğumuz sıkıntılar, ekonomik sorunlar nedeniyle, benim, belki de üniversiteye gidemeyeceğimi, geleceğimizin belirsiz olduğunu, sınıfımızdaki Karamanlı saz çalan, türkü söyleyen, zengin şımarık okul arkadaşlarımızın geleceklerinin parlak olduğunu söylediğimde, bana “senin geleceğin bu zengin çocuklarından daha parlak olacak “ diyerek moral vermişti. Bu sözünü hiç bir zaman unutmadım. Ben, 30 Ağustos 1972 tarihinde, Harp Okulunu takıntısız bitirip Teğmen olarak İstanbul’dan ayrılarak uçuş eğitimi için İzmir’e geçtim, fakat, arkadaşım Hasan ile haberleşmemiz devam ediyordu. Kendisinin İktisat Fakültesini bitirip askere gittiğini ve Trakya’da bir birlikte Asteğmen olarak askerliğini yaptığını öğrenmiştim. Ben, İzmir uçuş ve elektronik temel eğitimlerini tamamladım ve tayin olduğum Konya Hava Üssünde, Kasım 1974 ayında kıta görevine başladım. Günlerden 27 Eylül 1976 günü, aylık nöbet çizelgesine göre nöbetçi olduğumdan, birliğe katıldıktan sonra, sabahın dokuzunda nöbet yeri olan Nizamiyeye (Üssün Ana giriş kapısı) gittim ve eski heyetten yeni heyet olarak nöbeti devir aldık. Yeni nöbet heyeti görev noktalarına dağıldı. Ben nöbetçi subay odasına girdim ve koltuğa oturdum. Aklımdan bir çay gelse de içsem diye düşünürken, masanın üzerinde duran Hürriyet gazetesi gözüme ilişti. Gazeteyi göz atmak için elime alıp, ilk sayfasına baktığımda, manşetten verilen haberde “Fabrika İşçilerinin Maaşını Taşıyan Arabaya Soygun Girişimi, Muhasebeci Öldürüldü” yazısını gördüm. Gazete, nöbeti devreden heyet tarafından alınıp okunmuş ve masada bırakılmıştı. Haberin ayrıntısını merak edip baktığımda başlığın hemen yanında gözüken küçük resim bana yabancı gelmedi. Bir taraftan resme bakarken, diğer taraftan haberin devamını okumaya başladım. Haber şöyle devam ediyordu. “İstanbul / Bakırköy bölgesinde bulunan Edip İplik Fabrikasında çalışan işçilerin ücretlerini bankadan çeken araç fabrikaya dönüş yolunda silahlı şehir eşkıyaları tarafından soyulmak istenmiş, araçta bulunan fabrikanın muhasebecisi Hasan ÇAĞLAYAN, aracın durmaması ve gaza basarak devam etmesini söylemiş, şoför hızını artırıp devam edince soyguncular aracı taramışlar. Kurşunlardan biri muhasebeci Hasan ÇAĞLAYAN’a isabet ederek ölümüne neden olmuş, araç patlak lastiğe rağmen paraları kurtararak fabrikaya ulaşmıştır.” Haberin özeti bu şekilde başlayıp devam ediyordu. Gazeteden bu haberi okuyunca donup kaldım. Bir müddet hiç kımıldamadan durmuşum. Yaşadığımız günler bir şerit gibi gözlerimin önünden geçti gitti. İstanbul’a telefon ettim. Tüm Kazancılılar olayı biliyorlardı. Fevzi ÇELEBİ başta olmak üzere, herkes ilgilenmiş ve cenazesini sabaha kadar dualarla beklemişler. Olayın içimizi sızlatan çok üzücü yanlarından biri de, rahmetli arkadaşımızın askerden yeni gelmiş, iki ay Sirkeci (Eminönü) Kurşun Kumaş isimli toptancı mağazasında çalışmış, sonra, iyi olanaklar sunan bu fabrikaya geçmiş, göreve başlamasının dördüncü ayında olmasıydı. Daha önceden, ilerisi için satın aldığı ev eşyalarının hayrına dağıtıldığını, ve cenazesi İstanbul’da defnedildiğini öğrenmiştik. Çok sevdiğimiz arkadaşımız, merhum Hasan ÇAĞLAYAN, 26 Eylül 1976 günü, patronunun parasını kurtarmak için aracı durdurmadı, parayı kurtardı, fakat, bu cesaretin bedelini canı ile ödedi. Bu davranış, görev ve sorumluluk duygusu ile hareket edebilen insanların davranışı olup, niteliği “soylu bir davranış“ olarak tanımlanmalıdır. Kendisini ve iyiliklerini hiç unutmadık ve unutmayacağız. Ne demiş ozan ; Bunca çabanın bedeli.. Değil mi ki, bir avuç toprak.. Hiç bir şeyden korkum yok, Tek korkum unutulmak Kazancıda başlayan, Ermenek yollarında ve Karaman düzlüklerinde devam eden, sonrasında İstanbul’a uzanan, bir bakıma, zamana, mesafelere, maddi sıkıntılara, gurbete ve hasretliklere karşı verilen “Okuma ve Adam Olma Mücadelesiİ” sonunda, bir meslek kazanılmış ve geçimi sağlayabilecek bir iş bulunmuştur. Fakat, işinin ilk aylarında, insanlık dışı yaşayan canilerce atılan ve adres sormadan ilerleyen bir “KÖR KURŞUN“ bu zorlu mücadelenin sona ermesi ve mutlulukların yaşanacağı yeni hayat sürecinin başlamasına müsaade etmemiş oluyordu. Yıllar önce sinemalarda “kurşun adres sormaz” isimli bir Türk filmi izlemiştik. Bu acı olayımızıda kurşun adeta adres sormuş ve bulduğu adrese yönelmiştir. Çünkü, şoföre “durma, gaza bas, parayı kurtaralım” denmesi üzerine aracın hızlanmasıyla ateşlenen mermilerden biri, solunda şoför, sağında silahlı koruma (fabrika bekçisi) olduğu halde ortalarında oturan muhasebeci Hasan arkadaşımızın şakağına isabet ediyor. Kısacası, bu acı olayda, kurşun kör değil, adres soruyor. Arşivimizdeki bu yazıyı güncellemek ve bilgiler arasında olabilecek çelişkileri elemek için olayın en yakın tanığı Fevzi Çelebi abimizi tekrar aradım ve verdiği bilgileri kayda geçirdim. Anlatımları şöyledir; Olay günü bir ailede misafirliktelermiş. Aldıkları haber, Hasan’ın soygun girişiminde yaralandığı ve Samatya Devlet Hastanesine kaldırıldığı şeklindeymiş. Hemen hastaneye koşmuşlar, fakat yaralının kurtarılamadığı, cenazesinin Gülhane Parkı morguna (merkez cenaze merkezine) götürüldüğü söylenmiş. Bu merkeze koşmuşlar, günün bilançosu, çeşitli nedenlerle hayatlarını kaybetmiş masaların üzerine sıralanmış yaklaşık 25-30 cenazenin sergilendiğiymiş. Cenaze defin işlemleri zorluklarla tamamlanmış, Kazancı’dan gelen aile fertleri ve diğer Kazancılıların katılımıyla cenaze Topkapı, Yeni Kozlu Mezarlığına defnedilmiş. Mezarı, Ada-9, Mezar No-108 olarak kayda geçirilmiştir. Aynı mezarlıkta, İmam Mehmet oğlu Hasan Eren meslek öncümüzün mezarı da bulunmaktaymış. Bu ayrıntılı bilgileri veren Fevzi Çelebi abimize teşekkürler ediyoruz. Bir ozanın ; Yine gurbet ele düştü yolumuz, Belki oralarda kalır ölümüz, deyişini hatırlamak içimizi bir kez daha sızlatıyor. Kazancıdan Ermenek’e yürüyerek giderek, kış günleri ceket ve pantolonlarla yatarak, 5 kuruşluk yazılı kağıdını bulamayarak, aç acına imtihanlara girerek, soğan ekmek yiyerek, başarılan eğitim serüveni sonunda, “ bir adam oldum “ denildiği ve harcayacağı parayı kazanmaya başladığı sırada karşılaşılan böyle bir ölüm, elbette hak edilmemiş bir ölümdür. İnsanlarımızın daha güvenli, mutlu ve sağlıklı ortamlarda yaşayacağı huzurlu günlerin gelmesi dileğiyle. Kazancılı arkadaşımız, canımız, yol ve kader arkadaşımız İktisatçı Hasan Çağlayan’ı sonsuz rahmetler, hasretler ve saygılarla anıyoruz. Mekanı cennet olsun.. Yazan-Derleyen: Av. Naci SÖZEN , Nisan 2017 / Ankara (Son güncelleme: 01.08.2023 / ALANYA )
Bu haber 425 defa okunmuştur.
|
SON YORUMLANANLAR
HABER ARA |
||||||||
© 1999 - 2023 haber sitemize girilen ve yüklenen yazı, bilgi belge, içerik ve fotoğrafları Kazancı haber her türlü basım yayın kitap broşür vb işlerde kullanabilir sahipleri bu konuda muvakatname vermiş sayılır. ayrıca sitede yayınlanan her türlü veri kazancı haberden izin almadan kullanılamaz. Haber, Köşe Yazıları ve yorumların sorumluluğu sahiplerine ait olup, sitemiz bu konuda herhangi bir sorumluluk kabul etmez. Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |