| ||||||||||
| ||||||||||
EN ÇOK OKUNANLAR |
![]() Konuştuğumuz Dilimiz ve Kültürümüz
kazancıda günlük hayatta kullanılan kelimeler, deyimler, dualar ve beddualar (ilençler), iyi dilekler, şakalar ve oyunlar başta olmak üzere, yaşam biçimi olarak bakıldığında, özünden çok az bir sapma olduğu görülmektedir. Kazancılıların konuşma dilini ve yaşam kültürünü incelediğimizde, genellikle Milli niteliklerin hâkim olduğu bir manzara ile karşılaşırız. Günlük hayatta kullanılan kelimeler, deyimler, dualar ve beddualar (ilençler), iyi dilekler, şakalar ve oyunlar başta olmak üzere, yaşam biçimi olarak bakıldığında, özünden çok az bir sapma olduğu, sekiz asır önce Orta Asya’dan (Türkmenistan) batıya göç edilmiş olmasına rağmen, öz benliğin korunduğu hemen hissedilmektedir. Konuşma dilinde yer alan, fakat, Türkçe sözlüklere girmemiş olan yüzlerce kelime ve deyim mevcuttur. Bölgemize yerleşmiş olan Karamanoğulları oymağı ve alt boyları dahil olmak üzere, Kazancılılar ve diğer taifeler (Farsaklar, Karalar, Akbaşlar) asıl yurtları olan Türkmenistan bölgesinden göç etmişlerdir. Bu nedenle, konuştuğumuz dilimiz ve hayatımızın her aşamasına ait olan kültürümüz Türkmenistan kültürüne dayanmaktadır. Bu hususları, bir şans eseri olarak tanışıp dost olduğumuz Prof Bedri SARIYEV ile yaptığımız sohbetlerle ve edindiğimiz taze bilgilerle pekiştirmiş durumdayız. Bu konuda yayınladığımız “ Kazancılı Bedri SARIYEV kimdir? “ konulu yazıda ayrıntılar yer almıştır.
Bizim ilkokul çağımızın geçtiği 1958–1963 yılları arasında, okul olarak, Akmanastır (Gökçeler) ve İrnebol (İkizçınar, Çatal badem) köylerine, öğretmenimiz merhum Sami TUNCA’NIN gayretleriyle okul gezileri düzenlenmiş ve bu köylerde bir gece yatıya kalınmıştı. Hatta Aşağı İrnebol köyünde piyes bile oynamıştık. Kazancının 5 kilometre doğusunda ve batısında bulunan bu iki bölge ile konuşulan dil ve yaşam tarzı olarak büyük değişiklikler bulunuyordu. Arkadaşlarımızla konuştuğumuz dil sanki farklıydı. Kelimeler, söylenişleri, şiveler ve ağızlar bir birine benzemiyordu. Ermenek ortaokuluna başladığım 1963 yılı Eylül ayında, çevre köylerden olan arkadaşlarımın konuşmalarını anlamakta zorlanmıştım. Akmanastırlının “ inar yeriiiinnn…” deyişine, Lemoslunun “ ülen nöğörünnnn, neşlen, ondankeyriii.. “ gibi kelimelerle yapılan konuşmalarına güler dururduk. Sınıfta yaptığım bir konuşmada geçen “ öndüğün “ kelimesini anlayamamış olan arkadaşlar, ders arasında bana bu kelimenin anlamını sormuşlardı.
Sadece, Kazancılılar tarafından kullanıldığı iddiasıyla listelediğimiz kelimelerin bazılarını başka yörelerdeki insanlarında da kullanmakta olduğuna da tanık olduk. Mesela, “sındı (makas)” kelimesini Kayseri ve Gaziantep bölgesindeki bazı köylerde kullanıldığını öğrendik. Zavrak kelimesini, Ankara’da düzenlenen İller Fuarı katılımcılarının kullandığını, küncü kelimesini de bir pastanenin kullandığını gördüm. Karşılaştığımız veya müşterek çalıştığımız insanlarla bu dil ve kültür konularını karşılaştırmalı olarak konuşup tartıştık. Bazı kelimeler ve adetler zamanla değişime uğramış olmasına rağmen anlamları aynı kalmıştı. Bizim “ şehrana “ dediğimiz şeye, Nevşehir yöresinde “ şırahane” diyorlardı. İzmir bölgesinde görev yaptığım ekibe yeni katılan bir genç vardı. Konya ili Seydişehir köylerinden gelmişti. Bir öğle vakti, yemek çadırından, onu etrafta dağınık olan personele yemeğin hazır olduğunu bildirmesi için gönderişler. Personelin duyacağı bir yere gelen bizim köylü, yüksek sesle “ aşcı çağırıyor, buyurun ekmek yeyeceğiz “ diye bağırdı. Bu sesi duyanlar “ ekmek mi yiyeceğiz, yemek pişmedi mi, ne demek istiyorsun “ diye seslenerek tepki gösterip genci azarladılar. Ben uzaktan gelişmeleri izledim ve aksaklığın sebebini anladım. Kazancılıların da kullandığı gibi, gencin köyünde, yemek yeme olayı “ ekmek yeme” şeklinde ifade edilmekteydi. Ben, onun ne demek istediğini hemen anlamış olmama rağmen, diğerleri anlayamamıştı. Bu genç bizim Kazancı dili ve kültürüyle konuşuyordu. Onu işaretle yanıma çağırdım. Kendisine, köyünde kullandığı özel kelimeleri ve deyimleri kullanmaktan sakınması gerektiğini anlattım. Durumu hemen anlamış, rengi kızararak dudaklarını ısırmıştı. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Kazancı kasabasına özgü olan kelimelerden örnekleri sıralayalım. - Avkalamak; karıştırmak, sıkıştırmak, ovalamak, yormak, dağıtmak, ufalamak, - Akran: yaşıt, çağdaş, eşit, aynı seviyede olma, - Alabudala; yarım yamalak, tam olmayan, eksik, - Aklı ermemek; zamansızlıktan veya iş çokluğundan başka bir işe başlayamamak, işi bilememek, bitirememek, - Analık; üvey ana, kayın valide, kaynana, - Ağda tavası; düğün keşgeği pişirilen büyük tencere, en büyük pişirme kabı, - Haranı; ağda tavasının bir küçüğü, keşkek pişirilen büyük kap, - Kazan: haranının bir küçüğü olan, düğün pilavı pişirilen kap, - Ansıtmak: ima etmek, hatırlatmak, ön bilgi vermek, - Avıktırmak; hayvanları evcilleştirmek, alıştırmak, çocukları dindirmek, oyalamak, - Akappak; (ağaggap) bembeyaz, pakça, tertemiz, kirden arınmış, - Ağdık; eşek yükünün dengesiz olması, bir tarafa sarkık, - Çığışdamak; iş yaparken veya yürürken hafifçe ses çıkarmak, yaprağın veya kuru otların rüzgarla sallanarak çıkardığı ses, - Dıvışdamak; kısa adımlarla, çaktırmadan ilerlemek, yürümek, - Sünüvermek: ip veya lastiğin çekince uzayıvermesi. - Kaklık: saydam kayalarda bulunan ve yağmur sularının toplandığı çukurlar, - Bülke: derin ve geniş kuyu, kayalardaki oyuk, (bülke kuyusu gibi…) - Ürüsüm: örf ve adet, gelenek görenek, (köye yeni bir ürüsüm getirme denir) - Felfes ; (felfese) önem vermemek, dikkatsiz iş yapmak, boşa konuşmak, - Merisini almak; işin ayrıntılarını sormak, çok incelemek, merak etmek, - Yahı pahıl gal (kal) : ortalıkta, belirsiz kal, yalnız kal, - Arasatda kal; sahipsiz, ortalıkta kal, - Ağrı; o taraftan, çevresinde, yanından ( tepeden ağrı gel…) - Ayağen (ayağan) ; bire adam, beni dinle, bak ne deyeceğim, uşak, - Bağız ; (kadınlarca kullanılır) baksana, sana diyorum, dinle, - Singurt: Yeni mezarları deşdiğine inanılan hayvan, - Mısmıl: iyi, adamakıllı, olması gerektiği gibi, - Mülevves: iş yapmaz, üretmez, akılsız, zavallı, - Muştu: müjde, iyi haber, sevindirme, - Tünemek: kuşların ağaçlarda gecelemesi, yuvalarına gelmesi, - Sal: cenaze taşıma tezgahı, - Tezgene: taş ve çakıl taşıma tahtası, - Barana deleceği: yere çukur açmada kullanılan ucu sivri demir alet, - Masır: mekik takılan alet, - Mekik: el dokuması yapılırken iplik sarılan alet - Küçü: dokuma ipliğinin geçirildiği tel - Çıkrık: ipliği eğirip saran alet - Hasıl: dokumada iplik batırılan ılık su ve sıcak hamur - Gelemgen: iplik sarılan içi delikli masır - Keçefe; iplik açmak için yumakların sarıldığı alet - Çurfalık: el yapımı dokuma tezgâhı - Sındı: makas - Pacı: çul dokuma tezgâhı - Göde: hamile (bayanlar için kullanılır) - Yüklü: hamile, göde (bayanlar için kullanılır) - Gunnacı: göde, hamile (at ve eşekler için kullanılır) - Guzlacı: göde, hamile (koyun ve keçiler için kullanılır) - Cırrık: bir kuş türü - Pardı: ardıçdan yapılan, sayvant yapımında kullanılan kaba tahta - Fistan: kızların renkli elbisesi - Çömçe: büyük kepçe - Zıbarmak: açığa ve olduğu yere uyuya kalmak….(devam edecek ) - Ang (an) : iki tarla veya bahçenin sınırlarını belirleyen ve muhtelif şekillerde görülen (bir çizi ve aralarda ang taşı konmuş şekilde, duvar yapılmış, ince bir yol veya su arığı gibi) uzun işaretlerdir. - Geng (gen): ekilmemiş ve nadas edilmemiş tarla veya bahçeyi tanımlamak için kullanılır. - Yar: ırmak, çay ve derelerin sularını akışına bağlı olarak, kenarlarda oluşan dik toprak yamaçlara denir Kazancıda “ yarbaşı” şeklinde yer adı vardır. Mut ilçesinde konuştuğumuz bir köylü, sözleri arasında “ bizim köyden bir adam Göksu’nun kenarında suya bakarken üzerinde durduğu yar göçmüş ve suda kaybolmuş, cesedi 20 gündür bulunamıyor “ dediğinde bu kelimenin çevre ilçelerde de kullanıldığını öğrenmiş olduk. - Dadadidi: ilkbaharla birlikte ceviz ağaçlarının dallarının soyarak elde edilen yaş kabuğun bir gırnata gibi boru haline getirilmiş haline denir. Bir uçtan diğer uca doğru gittikçe daralan bu boru müzik aleti gibi kullanılarak çalınmaktadır. Belemek : bebeği beşiğe veya yorgana yatırıp bağlamak, Biceğiz : bir tek, bir kere, mutlaka, Cörtletmek : kafayı üşütmek, aklını yitirmek, şaşırmak, aklı karışmak, Ciğeri Yanmak: çok susamak, dudağı kurumak, üzüntü çekmek, Cınna : (cınnacık) azıcık, çok az, biraz, Çıkla : aynen, tıpatıp, ( çocuk çıkla dayısı… gibi ) Çirk : yeşil cevizin kiri, çamurlu su, balçık, Cibilliyet : ırk, soy sop, sülale, geçmiş, Çalmak : yoğurt yapmak için süt mayalamak, Üyümek : (uyumak) sütün yoğurt haline gelmesi, mayalanmış olması, Çokcalıyı : genellikle, çoğu zaman, ekseriyetle, Çığırmak : seslenmek, haber vermek, çağırmak, Çeleni : düz damın çevresindeki dışa taşan (saçak) kısımları, Çalı sürümek: ağız aramak, oyalamak, ipe un sermek, Çalıyı tersinden sürümek: işi yapmaya gönülsüz olmak, işi istemeyerek yapmak, savsaklamak, Çarpmak : yoğurdu su ile karıştırıp ayran yapmak, Çiğin : omuz, Çingişmek, çıngışmak: uyuşmak, bingeşmek, tatlıca kaşınmak, Çebiç : oğlağın büyüğü, 12–18 aylık keçi, erkek davar, Yazmış : oğlağın büyüğü, 12–18 aylık dişi davar, Dumağı : nezle, gırip, olmak, Dekgelmek : rastlamak, uygun düşmek, tesadüf etmek, Dökülegalmak: yorgunluktan yere yatmak, uyuya kalmak, Doşanı (n-gı ): eski kullanılmış giyecekler, Ellik: eskilerde ekin (buğday) biçerken, parmaklara takılan, ağaçtan yapılmış koruyucu ve sert eldüvendir. Ayalamak: harmanda yerlerin el (avuç içi) ile hassas şekilde toplanmasıdır. Aya, elin avuç içinin alt bölümündeki baka etli bölümünün adıdır. Azık: yaylaya veya tarlaya giderken kişinin yanına aldığı yiyeceğin tümüne denir. Bu yiyeceklerin konduğu beze “ azık kabı” denir. Katık: azık içinde bulunan ve gıdalı olan (yumurta, yağlı ekmek gibi) yiyeceğin adıdır. Toplu halde sığır güde gidildiğinde, ilk yemek yeneceğinde “ haydin, bir katık karıştıralım” denirdi. Herkes, herkesin katığından bir parça yemiş olurdu. Söylememek: bir kişi veya aileyle dargın olmak, konuşmuyor veya küs olmaktır. Birine başka bir tanıdığından bahsedildiğinde, arada dargınlık varsa “ biz onunla söylemiyoruz” diye cevap verilir. Dargınlık geçmişse de “ biz eskiden söylemezdik, şimdi söyleriz “ denir. Meh: al, işte bu, buyur manasına, bir şeyi birine uzatmakta, vermekte kullanılır. Mısmıl: iyi, arı, kaliteli, adam akıllı, makul şekilde, Müzevir: laf getirip götürme, ihbar, dedikodu, bunu yapan da “müzevirci” olur. Öndüğün: dünden önceki gün, dün değil, evvelki gün, Sadalamak: ne söylediğini bilememek, saçmalamak, ileri geri konuşmak, Seğirtmek: koşmak, hızlıca yürümek, Sıracalı: yaramaz, haylaz, hareketli, Sınar: akrabalar, yakınlar, bir yerde akraba varsa” orada bizim sınarlar var “ denir. Fakat söylerken n- g arası ses “(sın-gar ) şeklinde söylenir. Kazancılıların günlük yaşantısında yer alan her şeyin veya davranışın asırlardan beri müşterek kültürümüzün bir yansıması olduğu hemen anlaşılır. Dilimizin zenginliği, değişmeden günümüze kadar gelmesi ve kolay anlaşılır bir lehçe-ağız ile kullanılması çevre köylere göre önemli bir farklılıktır. Her şeye rağmen, bazı kelimelerde zaman içinde oluşan harf kaymaları, kullanım inceliği ve eklenen takılar konusunda, konunun bilimsel uzmanı olan Sayın İbrahim ŞAHİN Beyin yayınladığı yazıyı çok önemli sayıyorum. Kendisi bir dil bilimci olarak, bize, dilimizin dilbilgisi ve yapısal olarak zenginliğini anlatmakta, yöremizin bilimsel olarak incelenmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Dilimizin temelinde var olan bazı sesleri temsil edecek olan harflerin alfabemize konmamış olduğu sıkça dile getirilen eksikliklerdendir. Kazancılıların gündelik konuşmalarında, bu harfi olmayan sesler halen kullanılmakta olup, yazıma gelindiğinde zorluklar yaşanmaktadır. Örneğin, iki tarla arasındaki sınırı belirten “ang” kelimesinde n ve g arası bir ses kullanmamıza rağmen, bu sesi teleffuz edecek harf alfabemizde yoktur. Bu kelimeyi “ an “ şeklinde yazmak zorunda olduğumuzu kabul edersek, bu haliyle “anmak” fiilinin bir emir kullanımına dönüştüğünü görürüz. Aynı şekilde, ekilmeyen ve sürülmeyen tarlayı anlatmak için kullandığımız “ geng “ kelimesini de yazarken “ gen” şeklinde yazmak zorundayız. Bu şekliyle anlamı değişmekte olup, insan hücre yapısındaki kişisel özelliklerin adını söylemiş olduğumuzu görmeliyiz. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Domuz kelimesini de “ donguz “ şeklinde söyleriz. Kısacası, Kazancı konuşma dilinde, alfabemizde olmayan harflerle ilgili sesleri bile yaygın olarak kullanmakta olduğumuzu gururla söyleyebiliriz.
Kazancı insanının oturduğu evler, yakın bir geçmişe kadar, “salma” denilen ve iki katlı, dikdörtgen şeklinde, çatısız, toprak damlı, yuvaklı taş yapılardan ibaretti. Binanın zemin katı, ahır, samanlık, odunluk ve malzeme deposu olarak kullanılırdı. İkinci kata ortasında bir kapı ile girildiğine “arabogaz” denilen bir boşluğa (hol, antre) girilir, sağ ve solda iki oda bulunurdu. Odalardan biri, yemek ocaklı (duvar bacalı) kiler, mutfak ve erzak ambarı, diğer oda, dolaplı (yüklük), pencereli ve sedirli oturma odası, yatak odası, misafir odası olarak kullanılırdı. Yüklüklere yataklar yığılır, birinin alt bölmesi banyo olarak hazırlanır, yüklüklerin üstü “musandıra” denen ve az kullanılan, çocuklardan uzak tutulması gereken kesici aletler ve edavatlar doldurulurdu. Pencerelerden biri doğuya bakar (tan yerinin ağarması, şafak sökmesi, namaz zamanı ve güneşin doğumunu kontrol için kullanılır) diğeri ise, güneşin batımını kontrol için batıya bakardı. Bazı zenginlerin bu odalarının ön cephesi, direkler üzerine ve duvara uzatılan (eli böğründe) ağaçlarla ileriye çıkarılmış balkon gibi sundurmalara sahip olurdu. Kuru erzakların hazırlanması, hasat ve ekim işleri, düğünler, obacılık dahil daha bir çok kültür zenginliğimiz bulunmakta olup gelecek yazılarımızda ele alınacaktır. Kadınlarımızın el işlemeciliği (örgü ve oya) konusunda bazı örneklere yer verelim Yattığın yer sarıdiken olsun: Yatağında rahat yatama, dertlere düşesin ve yatağında acılar çekesin, (sarıdiken, ekin tarlalarında çok olan ve battığında çok acı veren ince ve zehirli bir dikendir) Eline ayağına domuz başı versin: elinde ayağında domuz başı çıbanı çıksın, (Allah tarafından verilmesi isteniyor) Domuz başı çıbanı, siyah renkli, iltihap içeren, uzun süren ve hareketleri kısıtlayan, dayanılmaz açılar veren bir (yara) hastalıktır, Mezarını singurtlar deşsin: kabire konduğunda, mezarın deşilsin ve rahat uyuma, kabirde bile acılar çek anlamına bir bedduadır. Leşini kurtlar yesin: dağ başlarında geber, ölün bulunamasın ve bedenini canavarlar yesin, anlamınadır, Ölün dirin dağda kalsın: ölsen de, ölmesen de, insan içine gelemeyesin, dağlarda kaybolup kalasın, evine dönmeyesin.. Gözlerine boz insin: kör olasın, dünyayı göremeyesin, ( göze boz inmesi, körlüktür) Evine yurduna baykuşlar dünesin: Evinde kimseler kalmasın ve baykuşların evi olsun, Elini ayağını teneşir tahtasına uzat: geber ve ölü yıkama tahtasına yatırsınlar, Yoğol a yoğolası yoğol: kadınların çok kızdıkları çocuklar veya komşular için, yüksek sesle söylediği bir ilençtir. Her kelimenin üzerinde vurgu yaparak söylenir. Tekenin kötüsü, sahibini, kepirin başında süser: çok özel bir deyim ve yakın dostlardan, hiç umulmayan, aksine destek görülmesi umut edilen bir sırada, görülen ihanet veya aleyhe davranış için söylenir. Merhum Hüsamettin ERDEM, seçim sırasında çok yakınında olan birinin, karşı tarafı desteklemesi üzerine bu sözü bir toplantıda söylemiş olup, bu kullanımdan sonra daha da yaygın kullanım kazanmış, çok anlamlı ve güzel bir deyimdir. Kepir, yaylalarda, vadilerin yamaçlarındaki kayalık, çalılılık ve dikenlik kesimlere denir. Kilizme almak: Eski dönemlerde, tımar isteyen bahçeyi, insan gücüyle, bir baştan bir başa kazma ve kürekle kazıp alt üst etmek, taşlarını ayıklamak ve saf toprağı çıkarmak işlemidir. Şimdilerde, dozer ve kepçelerle yapılıyor. OYALAR- NAKIŞLAR-ÖRGÜLER; 1. NAKIŞLAR; - Kuyruklu yıldız, - Elti eltiye küstü - Karanfil - Piliçli tavuk - Gelincik - Avare - Zambak - On bir aylık 2. OYALAR; - Kanal D oyası - Gökkuşağı oyası - Biber oyası - Papatya - Alay çeken kızlar - Dut burcu oyası, 3. DANTELLER; - Kambur kız - Örümcek 4. ÖRGÜLER; - Güveyi yürüyüşü - Çatlak kahve - Gelin öremez, kaynana giyemez - Baklava dilimi - beş parmak dağları 5. OYALAR (boncuk oyaları) : - Domates oyası - Mum çiçeği oyası - Üzüm oyası - Kaynana yumruğu - Gerdanlık - Yılan eyeğisi - Güvercin gözü - Yemiş yaprağı - Menekşe oyası - Kabak çiçeği - Hanım çantası - Türkan Şoray kipriği oyası Kazancılıların geçmiş yaşantısında yer alan her şey, asırlardan gelen bir kültür birikiminin ürünüdür. Yaz ve sonbahar mevsiminde, sütleri sırayla ailelere toplayarak (değişik) kış mevsiminde yenmesi için, tereyağı, peynir ve keş üretilmesi, yoğurt ve sütten tarhanalar (süt tarhanası, ayran tarhanası) yapılması, salça ve nişasta yapımı, bulgur, düğürcük yapımı, sebze ve meyvelerin (taze fasulye, patlıcan, biber, mısır) kurutulması, domates ve üzüm gibi ürünlerin, kilerlerde tavana asılan iplere bağlanarak (hevenk yapımı) saklanması, geyicek, muşmula, ayva, nar, kabak armut, kış elması gibi ürünlerin samanlar içinde saklanması, patates, pancar ve yer elması gibi ürünlerin bahçelere kazılan kuyularda (tabii soğutucu) saklanması, güz mevsiminde, kavurmalık için kesilen hayvanlardan don yağı ve kavurma yaparak ahşap dolaplarda kış boyu saklanması yüzyılların deneyimi ve bilgi birikimi ile ulaşılan tecrübelerin sonucudur. Üzümlerin toplanarak pekmez ocaklarında kaynatılması da ayrı bir kültür alanı olmuştur. Asmalardan toplama, merkezi pekmez ocaklarında depolama, sıraya girerek kaynatma belli usulleri gerektiren hususlardı. Pekmez ocağında, bir aile, üzümleri şehranalarda (şıra hane) çiğneyerek şırasını (suyunu) hazırlarken, bu aşamayı geçmiş olan diğer bir aile, ocağa çamurla monte edilmiş kazanda pekmez kaynatmaktadır. Bir tarafta kevgirlerle savurma yapılır, bir taraftan pekmezin kıvamı kontrol edilerek, tadını iyi alması için kazana atılacak çakıllı ak toprak (kayrak toprak) hazırlanıp katma zamanı belirlenirdi. Pekmez kıvamına erişişince çıkarılır, bir kısmı kaynatmaya devam edilerek balbeki (koyu pekmez) yapılır, salatalıklarla fırın başında yenirdi. Bir kısmı, önceden hazırlanmış kaklar (kabak kakı, elma, erik ve incir kakı gibi) ile karıştırılarak kaklı pekmez yapılırdı. Pekmezini çıkaran (kaynatmayı tamamlayan ) diğer aile ise, üzümün cuburundan sirkesini ve yeşil domates ve biberden oluşan turşusunu yapmakla meşgul olurdu. Görüldüğü üzere, bir pekmez fırınının başında, aynı anda üç aile iş başında olurdu. Fırın, gece-gündüz hiç sönmeden günlerce yanardı. Bu aileler arasında tam bir işbirliği yürütülür, aileler bir sonraki yılda da aynı sırayla pekmez kaynatmak dileğiyle ayrılırlardı. Bu pekmez fırını (furun) başı sohbetleri ve şakaları dillere destan olurdu. Kaynatılan pekmez, turşu ve sirkeler, şimdilerde olduğu gibi satılmaz, kış ve ilkbahar mevsimleri boyunca aile içinde tüketilirdi.
Kazancılıların geçmişinde, işçilik (gurbette ücretli çalışma) konusu da önemli bir yer tutardı. Uzun yıllar boyuca, kasabada işlerin az olduğu, kış, ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde, kısa süreler için çalışmaya gidilen yerlerin başında Anamur ve çevresi gelirdi. Anamur ağaları ve beylerinin hüküm sürdüğü zamanlarda, işçi olarak çalışmaya gidenler, bu ağaların gösterdiği eski evlerde toplu olarak yatarlar, bahçe ve meyve işleri, fıstık çıkarma, portakal toplama, toprak işleme gibi işlerle meşgul olurlardı. Sonraki yıllarda, Silifke, Mersin ve çevresi de çalışma alanı olmuştur. Ermenek bahçelerinde ücretiyle çift sürmek, ceviz indirmek, bahçe tımar etmek gibi işlerde yapılırdı. 1945 yıllarından sonra, İzmir ve çevresi yeni bir çalışma alanı haline geldi. Bölgenin kireç ocaklarında çalışanların tamamına yakını kazancılılardı. Zaman içinde kendi ocaklarını açarak işçilikten patronluğa erişenler de olmuştur. Kazancılı genç insanlar, kış mevsimi biterken yollara düşerler, Temmuz ayı yaklaşırken (hasat dönemi başlarken) yaz sıcağından da kaçarak, kasabaya dönerlerdi. Bu şekildeki çalışma yaklaşık 50 yıl kadar sürmüş olup, fabrika kireçlerinin de yaygınlaşmasıyla birlikte, bu iş alanı on yıl kadar önce tamamen sona ermiştir. Kazancılıların için yarım asır kadar ekmek kapısı olan bu kireç ocağı serüveni konusundaki hazin ve ibretlik olayları ayrı bir yazı dizimizde anlatmaya çalışacağız. Bu serüven kapsamında rekor çalışma, halen sağ olan ve Aralıksız 26 yıl İzmir yollarında gidip gelmiş olan Gocaoğlanlar sülalesinden Durmuş Atalay Amca olup, (Gara Halılın Durmuş adıyla bilinir) onun anlatımlarına da yer vereceğiz. Bu haber 3897 defa okunmuştur.
|
SON YORUMLANANLAR
HABER ARA |
||||||||
© 1999 - 2023 haber sitemize girilen ve yüklenen yazı, bilgi belge, içerik ve fotoğrafları Kazancı haber her türlü basım yayın kitap broşür vb işlerde kullanabilir sahipleri bu konuda muvakatname vermiş sayılır. ayrıca sitede yayınlanan her türlü veri kazancı haberden izin almadan kullanılamaz. Haber, Köşe Yazıları ve yorumların sorumluluğu sahiplerine ait olup, sitemiz bu konuda herhangi bir sorumluluk kabul etmez. Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |