Kazancı Haber (.Bir haberden daha fazlası.)
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM FORUM

EN ÇOK OKUNANLAR

ANKET

Alanya İl olursa Kazancı bağlansın mı




Tüm Anketler

Kırılan Kolumamı, Körkuyunun Haline mi yanayım

Tarih 25 Mayıs 2010, 21:54 Editör Kazancı Haber

Eskiden sizlerinde bildiğiniz bir şekilde yaz geldiği zaman önceki yazılarımda da anlattığım gibi arpalar ağarır ağarmaz yaylalara göçülür herkes bir ağacın dibine konardı.

Eski günler o günler insanın aklına geldik başı geriye dönmek istemiyor. Bazen de nerde o günler diyoruz. Neden diye soracak olursanız başımdan geçen bir olayımı anlatmaya çalışacağım ve bu olayda ne cahillik mi desem yokluk mu desem buna da siz kazancılılar karar verin.

Eskiden sizlerinde bildiğiniz bir şekilde yaz geldiği zaman önceki yazılarımda da anlattığım gibi arpalar ağarır ağarmaz, eşeklere atlara yataklarını tavuklarını yükler önlerine de küçükbaş, büyükbaş hayvanlarını salar ve göç başlardı. Herkes bir ağacın dibine konar… Her gün akşam da sabah da ekin biçmeye devam ederdi.
 
Biz de 1987 yıllarında aynı şekilde Körkuyu’daki tarlamıza göç ettik, ardıcın dibine bir ev yeri yaptık, babamla beraber tavuklara karşı tarafta ki bir ağacın dibine say taşlarından bir kümes yaptık beraber ve oraya kattık tavukları büyük baş hayvanlara da her bir ağacın dibine bağladık.
 
Akşam olduğunda ateşin önünde taze sağılmış süt içmek için kardeşlerimle beraber toplandık ve baba annem hepimizin eline eski alüminyum taslardan birerini vererek içlerine doldurdu ve bunları için yatın dedi hava kararmadan yataklarımızı bir yer düzelterek ettik.
 
Babam akşam hava kararmadan önce dedemin eski dolma tüfeğini alarak Mıtırıp İsmail’in (İsmail Koşar) yerine nohudun başına ayın aydınlığına tavşan vurmaya gitti. Biz ise ateşin etrafında toplanarak bir adaçayı demleyerek dedemin eski kızıl alan davalarını, davar güttüğü anılarını dinlerdik. Geç saat olduğunda annemler haydin yatın artık sabah gün doğmadan kalkacak ekin biçeceksiniz dedi biz de akşamdan ettiğimiz yataklarımıza yatarak gökyüzündeki yıldızları sayar hangisi parlaksa onu bulmaya çalışırdık.
 
Yıldız kaydığı zaman herkes bir dilek tutar baba annem kimse kimseye söylemesin dileğiniz tutmaz derdi. Bir yandan da kulağımız tüfek sesinde olurdu babamız tavşan vurdu mu diye hatta tavşan getirecek mi diye babam gelinceye kadar uyumazdık. Sabahleyin gün doğmadan hava aydınlanmaya başladığında baba annem hepimizi kaldırdı üzerlerimize ceketlerimizi giydirir, ( yayla sabahları ayaz olur hasta eder) oraklarımızı verir ekin biçmeye başlardık.
 
Birkaç saat biçtik den sonra annem ev yerine kahvaltı hazırlamaya giderdi. Yumurta pişirmek için kümese baktığında bir tane yumurta olmaz alanda kalasıcalar kümese yumurtlamamışlar diye tavuklara söylenirdi. Yumurtayı bulamadığında bana seslenir gel şu yumurtaları bulalım derdi bende gider çalıların diplerini, çekmelerin diplerini, taşların diplerini arar bulurdum, bulamadığım zamanlar ise tavuk gıdaklamaya başladığı zaman tavuğu takip eder nereye girerse ora bakar oradan bulurdum.
 
Kahvaltı hazır olduğunda ekin biçenleri çağırır ve kahvaltımızı yapardık. Öğlenleri Körkuyu çeşmesine hayvanları sulamaya gider sularımızı da semersiz atın üzerine heybeleri atar büyük ağır su bardaklarını da içlerine koyar bir tanede küçük bardak alır abim ve ablam beraber giderdik. Bardaklar ağır olduğundan heybeleri indirmez beni atın üstüne bindirirler biri atı tutar biride getirdiğimiz küçük bardağı doldurarak bana verir bu şekilde bardakları doldurur ve götürürdük.
 
Sizlere başıma gelen bir olayı anlatmak istiyorum. Günlerden bir gün ev yerinde su bitmiş. Ananem bana: ‘’Git oğlum şu bardakları çeşmeden doldur gel.’’ Dedi. Ben de ‘’eşekle giderim’’ dedim. ‘’Tamam’’ dedi. Eşeği otladığı yerden saldım geldim, semersiz eşeğin üstüne heybeyi attım, içine de bardakları koydum. Hayvanları da sulansınlar diye saldım, çeşmeye vardım. Heybeyi indirdim, bardakları doldurdum. Yalnız olunca heybeyi kaldıramadım. Birinin gelmesini bekledim. Çok geçmeden eşek hırsızı dediğimiz (Mustafa Korkmaz) küçükbaş hayvanları sulamaya geldi, bana yardım ederek suları eşeğe attık.
 
Eşeği taşa çekerek bindim. Bizim eşek biraz haşarıydı (huysuz) ev yerine vardım suları indirdikten sonra annem dedi ki ‘’Git oğlum eşeği otlu bir yere bağla da yayılsın.’’ Dedi. Ben de ‘’tamam’’ dedim. Gideceğim yer 100 m kadar bir yer. Hemen bir taşa çekerek semersiz eşeğe bindim ve koşturarak gideyim dedim. Eşeğin karnına ayaklarımı vurur vurmaz eşek bir zıpladı bir zıpladı beni çakıl yığının üstüne bir saldı.
 
Babamlar da öylen yemeğine gelmişlerdi yemek hazırlanıncaya kadar biraz yatalım diyerek uyuyorlardı. Ben çakıl yığının üstünden gülerek kalkayım derken ellerimi yere koyduğum sırada sol kolum direnmeyerek yere yığıldım. Kolum kırıldı diyerek bir bağırdığım zaman babam uyandı, dedem uyandı, herkes yanıma geldi, babam benim üstümde uzun kollu bir kazak vardı onu çıkardığında dişleri kilitlenerek yere düştü bayıldı, annem beni bırakarak babamın dişlerini çözerek ayılttı, ben hala bağırıyorum. Benim kolumu askıya alarak dedeme dediler ki ‘’Sen bunu Akmanastır’da ki (Gökçekent köyü) bir kırıkçı çıkıkçı kadın varmış, sen bunu oraya götür.’’ Dediler.
 
Dedem beni düşüren eşeğin semerini üstüne koyarak kendisi eşeğe bindi. Bana da ‘’Sen yavaş, yavaş yürü oğlum.’’ Dedi. Ben hem yürüyorum hem ağlıyorum, acısından hızlı hızlı yürüyorum çabuk varayım da çabuk iyileşsin diye. Dedemin eşeği ise yavaş yavaş yürüyor tüfeğim olsa o acısıyla eşeği sinirimden vuracağım geliyordu. Burçak alanına vardığımızda Pambık Hüseyin’ in bir Jibi vardı. O bir yerden geliyormuş ben ona el kaldırdım ona bindim, eve geldim. Dedemi beklemeye başladım ama acısından kıvranıyorum. Yaklaşık 1 saatte geldi.
 
Dedemle ondan sonra Akmanastır’ın yolunu tuttuk. Yolumuzun üstünde sağlık ocağı vardı oraya sapalım desem sağlık ocağında o zaman 1 veya 2 tane hemşire var başka bir de hizmetli var. Başka kimse yoktu. Girelim desek ‘’Biz burada bir şey yapamayız Ermenek’e gidin.’’ Derdi. O saatte orda araç bulmak da meseleydi bulsak paramız yoktu. Velhasıl kelam yolumuza devam ettik. Bu arada benim kolum hala acıyor ve davul gibi şişmişti.
 
Neyse Akmanastır’a vardık, kadını aradık, sorduk soruşturduk. Kadın tarlaya gitmiş daha gelmemiş, biraz bekledik kadın geldi. Benim koluma bir baktı; ‘’ Bu kırık.’’ Dedi. ‘’Sen düzeltemez misin?’’ dedi dedem. ‘’Bakarız.’’ dedi ve beni 2 veya 3 kişi tuttu. Benim kolumu eline bir aldı çevire çevire… O yanı senin bu yanı benim çevirirken sonunda ‘’tamam’’ dedi ama ben bayılma anına gelmiştim. Kadını o anda orada boğasım geliyordu. Benim kolu sözde yerine geldi diyerek dimdik asmadan iki tahtanın arasına koydu, bağladı. Biz koyulduk yola. Biraz gittikten sonra acısı az da olsa hafifledi.
 
Zaman ilerledikçe kol öyle kaynamaya başladı hiç bükülmez oldu. ‘’Bu böyle olmaz diyerek’’ bizim köyde çakıllık mahallesinde Ayşe Teyze diye bir kadın varmış annem beni o kadına götürdü ve benim koluma baktı: ‘’ Bu kol kırık değil çıkık ayrıca bu ur bağlamış, bunu iyileştirmek zor.’’ dedi. Ben orda Akmanastır’da kolumu yerine getiren Hıreşşe denilen kadına kızdım çünkü hem benim koluma kırık dedi hem yanlış müdahale yapıp benim kolu bükerek asacağı yerine keçi bacağı sarar gibi iki tahtanın arasına dimdik bir çemberle sardı.
 
Annem: ‘’ Bu kolu ne yapabiliriz, nasıl bükeriz’’ diye sorduğunda dedi ki: ‘’ Ben bunu Ermenek’e hastaneye göndersem tekrar kırarlar alçıya alırlar’’ dedi. Ben o acıyı çektim ya korktum. ‘’ Tekrar kırarlar.’’ Dedi. ‘’ Bu uru vazelinle ovalayarak yok edeceğiz’’ dedi. Beni iki kişi tuttu. Ayşe Teyze benim kolu eline bir aldı, vazelinle beraber bir ovmaya başladı. Yaklaşık 15 dakika ovdu ama ben acıdan kıvranıyorum. Kolum biraz bükülür oldu.
 
Bu şekilde Ayşe teyzenin yanına yaklaşık bir ay vardık geldik ve benim kol eski halini aldı. Biraz izi kaldı, koluma baktığımda o günler aklıma gelir. Geçenlerde 5 gün izin alıp köye gitmiştim ve körkuyuya gittim. o çeşmeyi görünce, oraları görünce bir an geriye dönüp o günler geldi aklıma ve birde şimdiki haline baktığımda evet çeşme yapılmış ama bakım yapılmamış resimlerde de göreceğiniz şekilde teknede hayvanların bile su içmediği insanları suyu bile zor doldurduğu çeşmede musluklar bile ters dönmüş, su zor akıyor.
 
Çeşmenin önündeki söğüt ağaçları büyümüş ağaçların altında oturup piknik yapılacak bir yer kalmamıştır. Belediye bir tane çöp bidonu koymuş ama halkımız ziyaret edenler, piknik yapanlar hiç çöplerini çöp bidonuna atmamışlar hep ortalığa atmışlar. Atalarımızın bize emanet ettiği meşhur Körkuyu çeşmemizin hali böylemi olması gerekirdi birazcık duyarlı olmamız gerekmiyor mu? Eskiden bir Körkuyu festivalimiz vardı, bunu belediye başkanımıza soruyorum acaba neden eskisi gibi bizim de festivalimiz olmuyor? Küçük Sarmazı köyü (Sarıvadi) bu yıl ilk defa festivalini yaptı neden biz de yapmıyoruz? Buradan herkese selam eder sevgiler sunarım.
 
Sedat TURAN- Manavgat /ANTALYA 30.08.2009

Bu haber 1587 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

Tarih/Kültür/Geleneklerimiz

1830 KAZANCI NÜFUS SAYIMI LİSTESİ

1830 KAZANCI NÜFUS SAYIMI LİSTESİ 1830 Ermenek Kazancı köyü Erkek nüfusu (her satır bir hanedir, yaklaşık doksan hane, satırın devamı hane sahibinin ...

KAZANCI ŞİİRLERİ VE MANİLERİ KİTABI ÇIKTI

KAZANCI ŞİİRLERİ VE MANİLERİ KİTABI ÇIKTI Şiir Kitabında Kazancı ve Kazancı dışından 53 kişinin memleketimize yazmış olduğu 121 Şiir yer almaktadır. Ayrıca, ...
Demokrasi Kazansın01 Nisan 2024

HABER ARA


Gelişmiş Arama

© 1999 - 2023 haber sitemize girilen ve yüklenen yazı, bilgi belge, içerik ve fotoğrafları Kazancı haber her türlü basım yayın kitap broşür vb işlerde kullanabilir sahipleri bu konuda muvakatname vermiş sayılır. ayrıca sitede yayınlanan her türlü veri kazancı haberden izin almadan kullanılamaz. Haber, Köşe Yazıları ve yorumların sorumluluğu sahiplerine ait olup, sitemiz bu konuda herhangi bir sorumluluk kabul etmez.

RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Altyapı: MyDesign Haber Sistemi