| ||||||||||
| ||||||||||
EN ÇOK OKUNANLAR |
NOSTALJİ (KAZANCIDAKİ AĞALAR)![]() 05 Temmuz 2010, 16:53 Yenilik, çağdaşlık elbette güzeldir. Ama bu güzelliklerin bir öncesi vardır kuşkusuz. Bu nedenle öncesi diye değindiğimiz yaşamları, zamanları öğrenmek, hatırlayabilmek, kendimizi ve içinde yaşadığımız topluluğu daha yakından tanımak olanağını sağlar bize. Bu da ancak varsa yazılı metinlerden ve bizzat o günleri yaşayanlardan öğrenilebilir. Bu bağlamda, 1930 lu yıllardaki çocukluğum ve 1940 lı yılların sonuna kadarki öğrencilik yıllarımdaki gözlemlerime dayanarak köyümüzün sosyal yapısı ile sosyo-ekonomi durumundan söz edeceğim: O yıllarda köy evleri toprak damlı, altları hayvanların yaşadığı ahırlardan ibaretti. Elektrik yoktu. Gece aydınlanma gaz lambaları ve gemici fenerleriyle sağlanırdı. Köye su getirilip iki yere çeşme yapılmadan önce herkes dereden kaplarla su taşırdı. Kış günlerinde hayvanlar dereden sulanır, tekrar ahırlara konurdu. Ahırlarda kış nedeniyle uzun süre kalan hayvan lar için, gazal, burma gibi yiyecekler önceden hazırlanırdı. Sosyal yaşantıya gelince: Köy insanının hayatı yılın sekiz ayı tarlalarda çalışarak geçer, geriye kalan dört ay herkes evindedir. Çarşı pazar yoktur, sinema yoktur. Kırklı yıllarda açılan Sülük Mustafa’nın kahvesi erkeklerin toplanıp çay içtiği, oyun oynadığı yegâne birliktelik alanıdır. Yaşlı ve oyun oynamayı sevmeyen kesim SIRA adı verilen guruplar oluşturarak akşamları evlerde toplanıp sohbet ederlerdi. ARAPAŞI böyle gecelerin unutulmaz yemeğidir. Köyde yaşantı kış mevsiminde bir bakıma sükunet içinde geçen bir karaktere sahiptir. Ekonomik durum: Köyümüzün kendine özgü bir yapısı vardır. Yüzde yirmilik bir kesimin dışındaki aileler yoksulluk sınırında bir yaşantıya sahipti o tarihlerde. Çevre şehirlerle ilişkisi olmayan, kabuğuna çekilmiş bir Anadolu yerleşkesiydi köyümüz. Coğrafi yapısı nedeniyle kendisine yetecek kadar ekime elverişli arazisi yoktu. Olanlarında en verimli, sulak yerler uzantıları Osmanlı dönemine kadar ulaşan birkaç AĞA’nın malıydı.. Sırası gelmişken biraz bu AĞALARA değinelim: 1- HACI SOFULAR Hacı Sofu ailesi Ermenekli olup, Kazancı’da büyük arazileri vardı. Buraları köylüler yarıcılık usulü ile eker, sülaleyi temsilen yıllık gelirleri, SAİT EFENDİ, SALİM EFENDİ VE EMİN EFENDİ toplardı. Sait Efendi mevsimlik köyde oturur, kahvenin yanındaki iki katlı binaya zahirelerin yerleştirilmesini sağlardı. Bu üç ağa yakın akraba oldukları için bazen birlikte olurlar, bazen de ayrı ayrı köye gelirlerdi. Emin efendi atla ala köprüyü dolaşarak büyük bir gösterişle köye girerdi. Tarlalarını ekip, haklarını alan insanlarımız bu ağalara çok saygı gösterirlerdi. İhtiyacı olanlar bu ağalardan zahire alırlar, hasat mevsiminde fazlasıyla öderlerdi. 2- DURMUŞ EFENDİ Durmuş Efendi köyümüzü yerli ağasıydı. Eski hükümet konağının katlı müstakil bir evde oturudu. Onunda en iyi yerlerde tarlaları vardı.. Çocuğu yoktu. Karısıyla yalnız yaşıyordu. Bu nedenle yakın akrabasının oğlu olan Ali Efen’diyi (rahmetli hakim Ali Koçaş) evlat edinmişti. Vefatında bütün malları Ali efendiye kaldı. Durmuş Efendi babamı çok severdi. Yaylalara, Anamurlu yörük dostlarına birlikte giderlerdi Hicaza da birlikte gitmişler, HACI olmuşlardı. Durmuş Efendi tüm toprak sahipleri gibi KÖY ENSTİTÜLERİNİ sevmezdi; bizim gibi öğrencilere kuşku ile bakardı. Fakat babamla ilişkileri iyi olduğu için beni sever ve birlikte yemek yerdik. O bana, bende ona DAYI derdik. Durmuş Efendi kahveye gelip oturmazdı. Halkı kendisinden küçük görürdü. 3-HAFIZLAR Kökleri Anamurlu olan bu sülale de sulak arazilere sahipti. Önde gelen kişileri AHMET EFENDİ ve herkesin bildiği HACI MUHTAR’dır. Ahmet Efendi mütevazı kişiliği ile kahveye gelir, çok sevdiği için bizlerle oyun oynardı. Oğlu FETHİ lise öğrencisi olarak arkadaşımızdı. Mersin’de avukatlık yaparken vefat etti. HACI MUHTAR’a gelince: Hafızalarda yaşayan değişmez muhtarımız HACI MUHTAR’dı. Köyde modern giyimli, duruşlu tek insan oydu. Değişmez katibi Veyisin Hasanla o köyün sembolüydü. Kendisinden çok küçük olmama rağmen çok iyi dostluğumuz vardı. Çocuğu yoktu. İmam Mehmed’in kızını evlat edinmişti. Sonradan rahmetli Abdullah öğretmenle evlendirerek mutlu olmalarını sağlamıştı. Sulukaran’ın en verimli arazileri bu iki kardeşe aitti. Vefatlarından sonra kimlerin eline geçti bilemiyorum. Birde Anamurlu AGAH EFENDİ’ nin iki adet tarlası vardı (Beybağı ve Aşağılarda bir yerde). Onlarda herhalde köylülerimizin eline geçti. Görülüyor ki, geçmişimize şöyle bir gezinti yapacak olursak her yönü ile olan değişimi, ilerlemeyi görmemiz olasıdır.”Neydik, nerelere geldik” diye düşünmekten de kendimizi alamayız. Köyümüzün şimdiki durumu (her yönü ile) yeterli bir aşamaya gelmiş midir? H A Y I R… Daha çok güzel şeyler ve mutluluklar yaşamayı tüm Kazancılılar olarak hak ettiğimize İnanıyorum. Yazımın sonunu C.S.TARAN C I’nın çok güzel bir şiiri ile tamamlamak istiyorum. Şair istediği memleketi nasıl anlatıyor bakınız… Siz buna istediğim köy de diyebilirsiniz. Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun Kuşların çiçeklerin diyarı olsun. Memleket isterim Ne başka dert ne gönülde hasret olsun Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. Memleket isterim Ne zengin ne sen ben farkı olsun Kış günü herkesin evi barkı olsun. Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun Olursa bir şikâyet ölümden olsun. Av.İbrahim TÜRKER Urla/ İzmir - 02.7.2010 Bu haber 2357 defa okunmuştur.
|
SON YORUMLANANLAR
HABER ARA |
||||||||
© 1999 - 2023 haber sitemize girilen ve yüklenen yazı, bilgi belge, içerik ve fotoğrafları Kazancı haber her türlü basım yayın kitap broşür vb işlerde kullanabilir sahipleri bu konuda muvakatname vermiş sayılır. ayrıca sitede yayınlanan her türlü veri kazancı haberden izin almadan kullanılamaz. Haber, Köşe Yazıları ve yorumların sorumluluğu sahiplerine ait olup, sitemiz bu konuda herhangi bir sorumluluk kabul etmez. Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |