| ||||||||||
| ||||||||||
SON YORUMLANANLAREN ÇOK OKUNANLAR |
![]() KÖRKUYU BELENLERİNDE DOLAŞAN HAYALET KADININ ÖYKÜSÜ
KÖRKUYU BELENLERİNDE DOLAŞAN HAYALET KADININ ÖYKÜSÜ Kazancı ve Kazancılılar için “Körkuyu Yaylası” deyince coğrafyamızın bir arazi parçasından öteye, sekiz asırdan buyana, çevresindeki Yenicesu, Köristan, Kilise, İlanlıca, Çatalgoyak, Uzun güney, Çukur, Sığırlık ve Toros yaylaları ile birlikte insanımıza tahıl (buğday, arpa, nohut, burçak, çavdar) hazırlayan, hayvanlarımıza ot yetiştiren, gölgesinde oturduğumuz ve yurt yeri olarak kullandığımız ulu ardıçlar yetiştiren, değişmez misafirleri olan kuşlara, av hayvanlarına kucak açıp yiyecek hazırlayan, kuyularıyla (Aşağı ve Yukaru kuyu, Alan kuyu, Ak kuyu, Mahmut kuyusu ve Torosunoluk pınarı ile insanlara ve hayvanlara can suyu veren, çok anlamlar taşıyan nostaljik bir bölgenin anlaşıldığını unutmayalım. Diğer taraftan, bu bölgemizin bizden önce bin yıl süreyle (M.S.200-1200) Hristiyanların, ilk çağlarda çok farklı kavimlerin yurdu olduğunu da unutmayalım. Bilindiği üzere, Karamanoğulları oymağı 1228 yılında Balgusan köyünün olduğu yeri yurt tutmuşlardır. Ermenek 1250 yılında feth edilerek başkent yapılmış, takip eden 50 içinde çevredeki küçük şehir devletleri birer birer alınmış ve 1300 yıllarında Anamur sahillerine seferler düzenlenmeye başlanmıştır. Bu bölgemizin önemli coğrafi bir tarım bölgesi olmasının yanında, tarihi, kültürel, ekonomik, yaşanmışlıklar ilaveten nice sevdaların, türkülerin, umutların ve hayallerin filizlenip büyüdüğü mekanlar olması nedenleriyle bu bölgemize ayrı bir anlam yüklenmiştir. Nitekim, sıla festivalimizin burada yapılmakta olması bu özelliklerin ve güzelliklerin doğal bir sonudur. Bu festival alanı yıllık şölenin yanında halkımıza, gurbetten izine gelenlere, en önemlisi beldemizde görevli olan memurlarımıza aileleriyle birlikte rahat bir piknik alanı sağlamış olması yönünden ayrı bir önem taşımaktadır. Körkuyu Festivalinin ilk yıllarını takip eden zaman içinde, Konya’dan gelen misafirlerimizi piknik yapmak üzere Körkuyu’ya götürmüştük. Koyu gölgesi olan bir ağacın altına serildik, misafirlere çevreyi tanıttık, gençlere Kilise ve Köristan tepelerini, tarihi “Çurfalıklı İni” göstermek için gezinti yaptık, bir de tavşan görüp sevindik. Yanımızdaki yiyecekler soğuk suyun başında yendi ve içildi. Yaylada ekin ve harman kalmamış, civarda insan bulunmamaktaydı. Güneş batmak üzereydi ki toparlanmaya başlamıştık. Etrafı gözetleyip güneşin tabiatla vedalaşmasını izlerken, Çukur mevkisi yönünden belenleri aşmakta olan bir insan hayaleti fark ettim. Kaybolan hayalet ikinci belende tekrar ortaya çıktı. Bizden tarafa, belli ki çeşmeye doğru gelen bir kişiydi. Belenleri aşarak bizim hizamıza doğru yaklaşan kişinin kılık kıyafetinden bir anlam çıkmıyordu. Sırtında şişmiş bir çuval taşıyordu. Bu saate, bu ıssız yaylada ne yaptığı, güneş batınca nereye ve nasıl gideceği, en önemlisi bu hayalet kışının kim olduğu, soruları kafamızda belirmişti. Çocukluğumuzda, harmanlar kaldırıldıktan sonra yaylalarda değişik kıyafette insanların dolaştığı, bu kişilerin Yörüklerden veya çevre köylerden akılları az olan (deli) kişiler olduğu şeklindeki konuşmaları hatırladım. Bu soruların cevabını bulmak için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Çeşmeyi hedefleyen kişi, bizden taraf hiç bakmıyordu. Ayağa kalktım ve “ey-oy karşıda yürüyen kişi” diye seslendim. Kişi durdu ve bizden taraf baktı. Elimle işaret ederken “bizden tarafa gelsenize “dedim. Kısa bir süre duraklayan hayalet inişe doğru, yani bizden tarafa yürümeye başladı. Yaklaştıkça merakımız ve hayretimiz artıyordu. Gelen kişi bir kadındı. Saçları sap ve samanlar karışmış, baş örtüsü parçalanmış, yüzü gözü güneş yanığı olmuştu, sırtı başı tarif edilemeyecek şekildeydi. Yer gösterdik, oturmadı çömeldi. Bu hareket, uzun süre orada kalmayacak, kısa süre sonra kalkacak ve hareketlenecek kişinin davranışıydı. Hemen sorulara başlayarak “ayeğen kimsin, nerden gelip nereye gidersin, nerde yaşarsın, bu dağ başında, bu zamanda işin nedir?” sorularını sordum. “Ayeğen” kelimesi, Yörüklerin söze başlarken kullandıkları bir kelimeydi. Kadının bir Yörük karısı olduğu belli olmuştu. Kadın, Anamurlu olduğunu, harman kaldırmak için geldiklerini, işler bitince geriye gidemediklerini söyledikten sonra “eskiden buralarda, Bağrı Açık isminde bir adam gezerdi, bilir misiniz? dedi. Kadını rahatlatmak için, o kişiyi iyi biliriz, biz Kazancılıyız, çocukluğumuz bu yaylalarda geçti, Bağrı Açık at üstünde gezer, bizim tarlanın kenarından geçerken mutlaka bir şeyler söyler, gömleği göbeğine kadar açık olurdu” deyince kadın rahatladı. Kadın, Bağrı Açık’ın gelini olduğunu söyledi. Kendisine kayın babasının ikinci bir lakabının (ismi) “Partal Ahmet” olduğunu, diğer Anamurlulardan Goca Duran, Bağalı Kerim, Gök Mehmet ve düvenci Bayram isimli kişileri tanıdığımı söyledim. Kadına kocasının isminin Mustafa olduğunu, kocasının bir iş için Anamur’a gittiğini, geri dönemediğini, tek başına yaşamak zorunda kaldığını anlatıca şaştık kaldık. Günlerdir tek başına dağ başında yaşamak zorunda kalmış bir kadınla karşılaşmıştık. Geceleri korkmuyor musun, çoluğun çocuğun yok mu? Geceleri korkmadığını, fakat, bir gün önce sabah, yattığı sayvatta (çardak- yayla evi) yatağını toplarken döşeğin altından bir yılan çıktığını, bu nedenle yatakları ve eşyalarını tarlanın ortasına taşıdığını, güneş altında yaşamak zorunda kaldığını anlattı. Kadın anlattıkça şaşkınlığımız ve hayretlerimiz artıyordu. Kadın dokuz çocuğu olduğunu hepsinin dağılıp gittiğini, yakınında hiç birinin kalmadığını da söyledi. Ben hemen, önceki bilgilerime dayanarak, 9 çocuğundan bir kızının Kazancı’da yaşamakta olduğunu, ondan yardım isteyebileceğini söyledim. Hatta, bu kızının bir zamanlar gece davar sürüsünü otlatırken Kazancılı bir gençle kaçtıklarını, Ermenek merkezde saklandıklarını, sonra evlendiklerini bildiğimi anlatınca kadın iyiden iyiye bize ısınmaya başladı. Kadın, bu ayrıntıları dinleyince, acılı ve çaresizlik arası bir gülümsemeyle bize bakarak “sen bu işleri nerden bilirsin?” dedi. Kızının davarın başından kaybolması üzerine, korku içinde gece ve gündüzleri goyaklarda (vadiler) aradıklarını, Kazancı’dan bilgi gelince durumu öğrendiklerini söyledi. Sorusuna cevap olarak, kızının oğlanla gece bulup köye gelince “Yörükler köyü silahla basacaklarmış” söylentisi yayılınca, Ermenek’te bir akrabalarının evine gittiklerini, şikayet edilirse orada yakalanacakları endişesiyle, kızı ile oğlanı saklandıkları evden çıkararak akrabalarının Ermenek bağlarında bulunan bağ evine götürülüp saklanması işinin bana verildiğini, tatilde olduğum bu zamanda Hava Harp Okulu resmi kıyafetini giyerek Ermenek’te kalaycı Aziz ustanın evine gittiğimi, kaçakları oradan alıp öğrenciliğimden bildiğim büyük halamın bağına götürdüğümü” anlattım. Bu anlatımlarını dinleyen misafirlerimiz şaşkınlık içinde ve merakla olayın ayrıntılarını sorarken “Naci Bey bu işin içine nasıl girdin?” sorusunu soruyorlardı. Kadına, çok mert ve cesur bir kızın vardı, dedim. Sorular üzerine, kaçak kıza “ailesinin köyü basacakları söylentisini söylediğimde, kararlı ve cesur bir tutum içinde olan yeni kızımız, ailesini kast ederek “Kazancılılara saldıracaklarına, köy basacaklarına, önce kızlarına sahip olsunlar” dediğinde anladığımı söyledim. Herkes ve kız anası hayalet kadın kahkaha ile gülmeye başlamıştı. Bu sohbet devam ederken güneş batmış, hareket saatimizi geçirmiştik. Piknikten artmış olan meyveler ve sebzeleri bir poşete toplayıp kadına verdik. Hareket için ayağa kalktığımızda kadının “ keşke önce gelseydim, biraz daha konuşmuş olurdum” dediğini duydum. Bu söz içimizi burkan, sızlatan bir durumdu. Daha fazla kalamayacak ve hemen ayrılacaktık. İşte hikayemizin bam teli veya püf noktası olacak olan yeri burasıydı. Çünkü, günlerdir konuşacak bir insana rastlamamış, konuşma yapamamış olan kadın, yemeden içmeden, güvenlikten, korunmadan önce konuşma ihtiyacını öne çıkarıyordu. Bu sırada, Karaman Lisesi, Fransızca öğretmenim, Paris’te dil kursuna gittiğinde, bir lokantada yemek yedikten sonra, hesap öderken Türk olduğunun konu edilmesiyle, görevlinin, mutfaklarında bulaşıkçı olarak bir Türk çalıştığını öğrendiğini anlatmıştı. Hocamız, vatandaşıma bir selam vereyim diyerek gösterilen bulaşıkhaneye girdiğini, gördüğü kişiye, Türkçe “merhaba vatandaşım, nasılsın?” diye seslendiğinde, sesi duyan kişinin yerinden fırlayarak boynuna sarıldığını, ağlamaya başladığını, anlatmıştı. Kişi günlerdir dilini konuşacak kimseye rastlamadığını, bunalıma girdiğini, delirmek üzere olduğunu söylemişti. Adama bu konuşmalar ilaç gibi gelmiş, açıldıkça açılmış, ayrılık hüzünlü çok olmuştu. İşte, bu hayalet kadın da konuşmaya hasret ve bunalımdaydı. Karşılaştığımız bu benzer olaylar bir millet, toplum ve kişiler için müşterek dilin ne kadar öneli olduğunu göstermesi bakımında çok çok önem taşıyordu. Dilimiz ve ses bayrağımız TÜRKÇE, dünyanın en eski ve yaygın olarak kullanılan bir dil olması, Türk Milleti içi, birlik, kültür ve milli ruh, ülkü birliği, birlikte yaşama isteği dahil maddi-manevi varlıklarımızın temel taşı, çimentosu, aracı olması özellikleriyle korumak ve zenginleştirmek zorunda olan Milli bir değerimizdir. Körkuyu piknik sahasına bulunduğumuz bir anda karşılaştığımız “hayalet Yörük karısı” ile karşılaşmış, geçmişe ait anıların, yalnızlığın, çaresizliğin ve konuşma ihtiyacının depreşmesine vesile olunmuştu. Bizler aracımıza binerken içimiz sızlayarak, kendi kaderine ve yalnızlığa terk etmekte olduğumuz kadın, verdiğimiz gıdaları dualarla aldı ve içinde bulunduğu zor durumu kabullenmiş bir görüntüyle Körkuyu çeşmesine doğru yürüyüp gitti. Kazancılılar için adeta kutsal nitelikli, bu nostaljik coğrafyamızda, zaman derinliğinde, daha nice olaylar, gariplikler, sevdalar, acılar, hasretlikler, kavuşmalar, ayrılışlar, umutlu yürüyüşler yaşandı, nice türküler söylendi, oyunlar oynandı diyerek, araştırmalarımıza devam edeceğiz, arşivimizdeki yazıları paylaşmayı sürdüreceğiz. Sağlık ve mutluluk dileklerimizle. Unutmayalım, gidip görmeden, görüp görüşmeden, konuşmadan bilemeyiz, tanıyamayız, tanımadan sevemeyiz, sevmeden koruyamayız. Derleyen-Yazan : Naci Sözen, 18.08.2023, Alanya / ANTALYA
Bu haber 104 defa okunmuştur.
|
HABER ARA |
||||||||
© 1999 - 2023 haber sitemize girilen ve yüklenen yazı, bilgi belge, içerik ve fotoğrafları Kazancı haber her türlü basım yayın kitap broşür vb işlerde kullanabilir sahipleri bu konuda muvakatname vermiş sayılır. ayrıca sitede yayınlanan her türlü veri kazancı haberden izin almadan kullanılamaz. Haber, Köşe Yazıları ve yorumların sorumluluğu sahiplerine ait olup, sitemiz bu konuda herhangi bir sorumluluk kabul etmez. Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |