Kazancı Haber (.Bir haberden daha fazlası.)
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM FORUM

EN ÇOK OKUNANLAR

ANKET

Alanya İl olursa Kazancı bağlansın mı




Tüm Anketler

Nerede Çandır Ovasındaki Göçler

Nerede Çandır Ovasındaki Göçler

Tarih 21 Temmuz 2011, 14:08 Editör Kazancı Haber

Yaz gelince bir başka heyecan dolar Yörüklerin yüreğine, bir başka coşku sarar benliklerini.Yayla zamanıdır, göç zamanıdır yaklaşan.
Çandır Ovası

 
Fotoğraf için: Abdullah Karpuz'a Teşekkür ederiz..

Göç hazırlıklarıyla, çandır yoluna çıkışla başlayan seviniyle, ağrık ve göçbaşıyla bir bayramın, bir sevincin, bir heyecanın  adıdır yayla. Güldür düldür akan, çağlayıp bünleyen buz gibi pınarları, tatlı tatlı esen rüzgarı, yeşilin en güzelini giymiş ormanlarıyla ayrı bir tat, ayrı bir lezzettir yayla her yıl yaşanan. Anamurlu ozanın dediği gibi göç dağlara yakışan tek haberdir onlar için. Çulfallık adı verilen ince dokuma tezgahlarında, ağaçtan yapılmış, eni iki metre, boyu ikibuçukla üç metre arasında değişen ıstar tezgahlarında kilimler, kepenekler, kıl habalar dokunur. Deve yününden çoraplar, davar derisinden gabaralı, sığır derisinden de yörük çadırları yapılır özenle.

         Çadır ifadesine gelince, çadır kelimesi dilimizde halen kullanılmakta olan “Çat” kökünden gelmekte ve “kurmak, tesis etmek” manasındaki bu fiilden türetilen kelime Oğuz boylarında “Çaşır”, daha sonraki dönemlerde ise “Çatır” ve “Çaşır” olarak kullanılıp günümüze kadar gelmiştir ve “yuva, ev” mansındadır. Anamur Yörüklerinin çadırları Antalya Yörüklerinin ve Adana garaçadırlılarının çadırlarının aksine genellikle kara çadır değildir. Zaman zaman kara çul ve çaputlarla yapılmış çadırlara da rastlanılmış olmasına rağmen çoğunlukla koyun yününden yapılmış “akbacık” çadırlardır bunlar.

         Konargöçer Yörük obalarının Toros Dağları’nın yalçın zirvelerine kurdukları çadırların yanında taş duvar örme ve üstü pürenle kaplı pür evciklere de rastlamak mümkündür. Özellikle günümüzde çadırların yerini pür evcikler almıştır. Kış aylarını özellikle Karalarbahşiş, Güneybahşiş, Gerce köyleriyle Anamur’da geçiren Yörükler Mart ayı sonunda yaylalarına göç etmeye başlarlar. Halen Anamur ilçe sınırları dışında kalan Barcın yaylasına göçen bu insanlar uzun zamandan bu yana çadırlarda yaşama şeklini değiştirmişlerdir. Şıllagların Beleni’nde, Muğarlar’da, Guruağaç’ta, Soolmaz’da, Kervanalanı’nda, Beyin Konağı’nda gonalga verip Sarafa’ya, Barcın’a ulaşabilmek için epey uzun bir yol vardır önlerinde. Yörük çarıkları ve gabaralıları bu uzun yolda özellikle boydaklar için vazgeçilmez giyeceklerdir. Yörük insanının 12 ayı, 4 mevsimi olmamıştır hiçbir zaman. Sahide geçirdiği kışı, yaylalarda buz gibi çağlayan pınarlardan kana kana su içip yarpuzların, dökkülerin ve toruların mis gibi kokuları arasında güddecilik yapmak için yaylaya çıktığı yay mevsimi ve göç hazırlıklarına başlayıp yayla heyecanıyla içlerinin kıpır kıpır olduğu güz mevsimi vardır. Yay, güz ve kış diye bölünmüştür bu insanların hayatları mevsimlere. Çandır yolu göç yolu demektir bu insanlar için. Oba yola düşmeden, ilkevvelim ağrık çıkacaktır yollara. Ala çuvallar, ala kilimler, yatak yorgan hazırlanır. Zehre çuvalları hazırlanıp ağızları düğlenir. Beserekler, dorumlar, mayalar da hazırdır yola koyulmak için. Yük hazırlanma işi biter ve yükler hayvanlara peketilir. Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra günaşa, alayöşde yola çıkılır. Göçbaşının önderliğinde gonalım verilerek çıkılacaktır yaylaya artık. Dik yamaçlarda, gorumlarda yorulan hayvanlar goyaklarda, gonalım yerlerinde gaşan edilir. Akdeniz’in yakıcı güneşi ve maviliği yerini artık ormanın yeşiline bırakmaya başlamış, cırlavukların sesleri  pek duyulmaz olmuştur. İnce yapraklı sahil çamlarının yerlerini yavaş yavaş yayla çamları, torular ve az da olsa ardıç ağaçları almaya başlamıştır. Gayalık, daylak, beserek ve köşşeklerin böğür çanları, yula çanları, guldürgün çanları, cula çanları, koyunların kaba çanları, kuzuların herek çanları ormanın sessizliğinde “has düğün eder gibi” bir hava yaratır. Güneş çavıp gün dolanınca göçbaşı elindeki öğendireyle hayvanını dürterek geceyi geçirmek için uygun bir yer aramaya başlar. Darı, buğday, un, tarhana dolu ala çuvallar, el emeği göz nuru “Deliveli Üstüstüne, kapaklıcık, Kenergezi, Pıtırak, Karagöz, Aynalı Salma, Çıngacık, Ağzıgerik Basmacık, Ağzıgerik Nazlı, Akıtmacık, Basmacık, Buynuz” yanışlı kilimler hayvanların üstünde yaylaya çıkarken ayrı bir güzel görünür. Belek çapıdına sarılı Yörük bebesinin ağlaması anasını arayan bidinin bozulayıp beğermesine karışır.

         Yayla yolunda ilk mola Muğarlar’da verilir. Develer ıhdırılır, davarlar argaca çekilir. Yalçın dağların doruklarından, pusarık goyaklardan çağıldayıp gelen, ormanla dilleşerek coşkuyla akan Muğarlar Suyu alabildiğine soğuk ve temizdir. Kevkilere doldurulan sular kana kana içilir. Buram buram yayla kokan, Yörük kokan yayla türküleri, yanık ağıtlar ve uzun havalar vardır şimdi dillerde. Dağların derinliklerinde rüzgara karışıp bilinmezlere doğru yola çıkar yanık türküler;
 
Koyun meler, kuzu meler
Sular hendeğine dolar
Ağlayanlar bir gün güler
Gamlanma gönlüm gamlanma

Koyun kuzu meleşiyor
Herkes gülüp oynaşıyor.
Benim bahtım ne karaymış
Dilden dile dolaşıyor

Koyun gelir yata yata
Çamırlara bata bata
Gelin Aşşam sudan gelir
Kollarını ata ata
Koyun gelir kuzuyula
Ayağının tozuyula
Gelin Aşşam koyun sağar
Komşusunun kızıyıla. 
 
         Toroslarda bu türküler söylenedursun ya gurbetin sıkıntısını epeyce çektiği anlaşılan bu genç adama ne demeli?
 
Ana bu gurbetlik kar etti bana
Karıştır göçünü ulu kervana
Göç geçirip aman verme zamana
Sakın uzamasın yol deyi yazar
Yeni mektup aldım şu bizim elden
Eğleşme gurbette gel deyi yazar
Eğlendim köşede kaldım bir zaman
Nice kimselere dedim el aman
Onbeş yaşına girincek heman
Çektim develeri geddim yaylama
 

         Göçün güngörmüşleri hikayeler anlatıp tatlı tatlı dilleşirken kadınlar da diken gayfesi hazırlarlar bir kenarda. Gülüp oynayarak, türküler söyleyerek aşılır dağlar, tepeler. Guruağaç’a gelindiğinde karanlık çökmek üzeredir. Ormanın derinliklerinde üğü kuşlarının sesleri duyulmaya başlanmıştır artık. Guruağaç’ın yorgan uçurtan ayazında soğuktan buymamak için kıl habalara iyice sarınan oba uykuya çekilir. Ağaçların hışırtısıyla tatlı tatlı esen rüzgar ninni gibi gelir onlara. Kızlar analarının, oğullar bubalarının ayabucunda yatarlar. Sabahleyin alayöşde kalkılınca allımyeşil ebemkuşağı karşılar onları.Güneşin bir başka güzel doğduğu, gökkuşağının bir başka güzel parladığı Guruağaç’ta sabahın ayazıyla birlikte yamaçlardan çalı çırpı eylenir  ve alavız inneştirilir. Analar bebelerini bağcıkla bağlayıp iteği, senir, sacayağı ile sacı kurarlar. Darı, buğday unundan yapılan bazlamalar tereyağı ve keş ile çomaç yapılarak yenilir. Yine yola çıkma zamanı gelmiştir. Çandır yolu uzundur, yorucudur, meşakkatlidir. Karadan gitmek günler sürer. Kadınlar, yaşlılar hayvan sırtında, babalar ve oğullar ise boydak, yani yayadır genellikle.


         Kadınlar beliklidir, beşlileri sıra sıradır. Paçalıkları görünür üçeteğin altından. Mahalli giysilerimizden olan üçetek bugün folklorik değere haiz milli giysilerimizden birisidir. Özellikle Anamur’da eskiden gelinler üç etekli “Car” adı verilen bir gelinlik giyerlerdi. Orta Anadolu’nun bir çok bölgesinde özel günlerde şalvarın üzerine bugün dahi üçetek giyilmektedir. Uzun kollu, uzun etekli, astarlı ve iki yanından yırtmaçlı, yakasız bir tür geysi olan üçetek genellikle kırmızı ve sarı çizgili parlak kumaştan yapılır ve bele dolanan renkli ve püsküllü “Darabulus” kuşakla tamamlanır. Kadınların güneş yanığı yüzleri yorgun, ayaklarının altı ve elleri parçaktır. Dağlarda hayvanlarını otlatırken, bir kayadan ötekine keklik gibi sekerken hayat yorgunu olmuştur kadınlar. Bebeler ya annelerinin sırtında dırmaçlıdır veya bir hayvanın sırtındaki beşikte tatlı tatlı sallanmaktadır. Bebelerin göğsünde “nuskaları”, uykularından sık sık uyanmalarını önlemek için de omuzlarına takılan uykulukları vardır. Uykuluk bir çeşit böceğin çiçek saplarına yaptığı yuvadır. Özellikle çocukların uykusunu düzene sokup onları hiç rahatsız edilmeden uyuttuğuna inanılır. Ayrıca beşiğin içine de tehnel yaprakları döşenmiştir. Tehnel yaprağının kokusu haşeretin veya herhangi bir hayvanın çocuğun beşiğine girmesini önler. Murt ve ardıç gibi tehnel de Anamur’da kutsal bilinen ve değer verilen ağaçlardandır. Erkekler ellerinde gırmaları hep önde giderler. İman ceplerinde gafa kağıtları, gavlıklarında çakmak gayıtları vardır. Türün sararken hep bir türkü tuttururlar nedense;
 
Bizim yaylalar çatal oluklu
Suları akar sülüklü balıklı
Elleri mayalı gelin geçti mi yollar üstüňden
Obası göçmüş ışılaşır sayları
Devesi getmiş bozulaşır daylağı
Al gelindir goç yiğidin yaylağı
Dolan a sevdiğim biz de göçelim  
Bilemedim baharımı yazımı
Çekemedim gurbetile elin sözünü
Amenet eddim körpe guzumu
Öksüz kispetiňe takı bağlatma
Gayalıdır bizim yayla gayalı
Dirkemiş ardına sarı mayalı
Öňü gök öncekli ardı tokalı
Gelinler geçdi mi yaylam üstünden     

 
        
         Karamık dikenleri canlarını acıtsa da çocuklar yine de başına çomlaşmadan yapamazlar karamığın. Hayvanlar sarınç ve kaklıklardan daha bir keyifle içerler sularını. Daha güzel, daha alımlı, daha bakımlı olabilmek için genç kızlar mumuran sürerler tazecik tenlerine. Mum, ardıç sakızı, bal ve tereyağını sütle karıştırıp kaynatırlar ve belki de dünyanın en doğal makyaj malzemesini, yani mumuranı elde ederler. Yüreği dayfalan, yola dayanamayanlara ve ihtiyarlara da bal veya pekmez ile karıştırdıkları değişik baharatları yağ ile kaynatıp içirtirler. Buna da “kaynarca” adı verilir. Gerek ağrık götürürken, gerekse hep beraber göçerken “sarımsağa” olan koyun ve kuzulara, “kımçınan” yaşlı hayvanlara daha çok dikkat edilir, atlar, eşekler de anlaklarda dinlendirilir. Yol boyunca yaylaya çıkanların en çok karşılaştıkları şeylerden birisi de duldalarda gördükleri “oyuklardır”. Acı, hüzün dolu bakışlarla geçilir oyukların yanıbaşından. “Kimbilir kim, ayı mı kurt mu, in mi cin mi, ne vakit, ilk yaz mı yoksa son yaz mı bu yalçın dağlarda, karamıkların, andız ağaçlarının, çam ormanlarının arasında ölüp gitti buralarda?” diye düşünürken “boynu buruk” kalırlar. “Goyaklardan dahadoh ağıp giderken” kayalardan düşüp ölen bildik bir Yörük kızı için de ağıt yakmayı ihmal etmezler;

Daşdan daşa atlayamadıň mı
Topal donunu da toplayamadıň mı
Dadlı canını da saklayamadıň mı
A yavrım, a guzum, a gözelim oy

         Kaklıklar, sarınçlar vardır yol boylarında. Obruklar çıkar karşılarına hep. Her obruk bir gonalga yeridir onlar için. Anamur ovasına sıcakların iyice yerleşmeye başladığı günlerde obruklar “kar şerbeti” yapmak için bulunmaz fırsattır. Obruklarda helkelere doldurulan kar pekmezle iyice karıştırılıp bir güzel yenir. Dağların başında içilen bu kar şerbetinin tadı hiçbir şeyde yoktur onlar için. Bugün bile sırf kar şerbeti yapabilmek için bu yalçın yaylalalar giden insanlar vardır. Ayrıca yazın dağların doruklarındaki obruklardan ve kar kuyularından binbir güçlükle çıkarttıkları karları katır sırtında veya traktör ile özellikle kasabanın pazarının kurulduğu Cumartesi günleri Anamur’a getirip Çavuşpınarı’nda satan köylülere rastlamak da mümkündür. Bu köylüler getirdikleri karlar yollarda erimesin diye de üzerini çam dalları ve pürenlerle örtmeyi de ihmal etmezler.


         Yorucu, sıkıntılı ancak bir o kadar da zevkli ve dolu dolu bir yolculuktan sonra yaylaya gelinir. Çadırlar kurulup alacıklar atılır. Herkes işinin başına geçer. Güddeciler alayöşde hayvanları otlaklara götürürler. Karalarbahşiş köyünden Kerim Tuna ve ihtiyar babası da bir vakitler yaylaya nasıl çıktıklarını özlemle şöyle anlatır;

         “Yayla vakti geldimi bi telaş alırdı bizi. Ala kilimler, çul, çaput, yatak yorgan hazırlanır, zehre çuvalları develere yüklenir, has düğün eder gibi düşerdik yollara. O vakıt ol mu var, bel mi var? Söykelerde, davar tarağında çıkar gederdik yokallara. Kör ha, eyi bas ha, yukarı ha, eyi bas ha, depelere ha, yan bas ha, kör ha diye diye develerin ardından bağırıp çıkar gederdik. Burdan çıktımıydık ya Ala Köprü’de bi gonalga verirdik. Yağmur felan bastırdımı bi kaç gün kalırdık o goyaklarda. Ondan keri gene düşerdik yollara. Guru Ağaç’da, Goca Dönme’de soluklanır, bazan bir iki gün de o dağ başlarında yatırdık. Sıtmalı’ya geldikmiydi yokallarda Süpürgelik deyi bi düzlük varıdı. Bi gün de o dağda yatır diňlenirdik. Ondan sonra sür gene yokallara doğru. Siğilibaşı’ndan Zeyve’ye vardıkmıydı ya ondan keri Öğmeli Köprüsü’nden geçer varırız Ermenek gasabasına.

         Beş altı kilo halva alırız ordan, 10-15 tene de çarşı ekmeği alıp gene düşeriz yollara. Ermenek’den çıktıktan keri Köyağı’nı görmeden, yayladan ağrı Kürt Dolamacı’nı dolanır, Gatrançalı’nda gonaglardık. Bi gün de orda yatır, Barcın’a öyle utaşırdık. Rvel bi haftada, on günde gücün gederdik Barcın’a. Düğün eder gibi, alıcıya geder gibi süslenirdi develer. Develerin böyük böyük, yasdı garınaltı çanları olurdu. Garnının altına iki dene dakardık bunlardan. Galdır guldur ederdi yörüdük sıra. Yularlarında üç dört tene de gulak çanı olurdu. Cizi cizi dakardık onları da. Bi de hatap çanı olurdu. Deveniň ön yanında hatabına bağlardık. Biz hep ‘Anamur’un kapaması, Ermenek’in batırması, Karaman’ın tel halvası’ diye diye büyüdük çünkü. Ah ah, bizim yayla olacağıdı şindi burda.

         Yayla suyu buz gibi hararet söndürür. Otuziki dişe kemene çaldırır. Baurda yay yerinde galdımıydık ya çabuk gocuycaz. Yayda galan çabuk gocar. Dünya işte. Mahanayı bulup gedeceğiz öbür tarafa.Emme gene de yaradan bilir. Çürüyüp gedecez bu dağ başında, dört beş senedir Barcın’a çıkmayınca. Eskiden bir haftada, on günde giderdik yaylamıza. Esas düğün eder gibi, gelin alıcısına gider gibi süslenirdi develer. Develerin böyük böyük yassı garınaltı çanları olurdu. Garnının altına iki tane dakardık bunlardık. Cizi cizi dakardık onları da. Galdır guldur ederdi yörüdük sıra. Yularlarında da üç dört tane kulak çanı olurdu. Geçdiğimiz yollar şenlensin, bayram havasında, düğün neşesinde olsun diye yapardık bütün bunları. Malıla melalıla davar taraklarından ağır ağır gederdik yaylalara.

         Bazan gurtlar saldırırdı goyun guzuya. Habire ha, bireğdi ha, köpekler ha diye bağırarak köpeklere govdururduk gurtları. Bi gözel zamanıdı o zaman ya napacan. Has bi düğün havası olurdu yaylaya gederken. Garı, gız, oğlan, uşağı hepimiz gederidik yaylaya göç ile emme şindi gedemez olduk gayri.
 
          Gök öncektir aşiretin nakışı
          Güvercin topuklu keklik sekişi
          Göç edip aştığım Zinhar Yokuşu
          Sevip saramayan Tuna’m ağlasın
          Gözünden içtiğim sular ağlasın.”
        
“Kınalı parmakta cevahir taşıyım
Güzeller içinde gayet dişiyim
Aşiret kızının deste başıyım.
Sevip saramayan Tuna’m ağlasın
Konup göçtüğüm yollar ağlasın

Gümüş kemerimi çözün belimden
Al kanlar akıyor beyaz tenimden
Ben vuruldum Tuna’m sen tut elimden
Ben kaldım yolumdan, sen de kalma yolundan
Konup göçtüğüm yollar ağlasın
Sevip saramadığım Tuna’m ağlasın

Sürüler önünde sürmeli kuşlar
Akranın kızların sallanır saçlar
Zeyve koyağına döküldü göçler
Sevip saramayan Tuna’m ağlasın
Konup göçtüğüm yollar ağlasın

Zeyve koyağına döküldü göçler
Adam arkadaşına canını bağışlar
Yıldan yıla meyve veren ağaçlar
O da dallarından kuruya kaldı
Bizi bilen dostlar ansın ağlasın
Sevip saramadığım Tuna’m ağlasın
Konup göçtüğüm yollar ağlasın         
 

         Deve yörüyüverdimiydi ya nahıl çevireceksin? Oooksh, meh meh, oooksh meh diye seğirdiriz artık önünde. Yazın esnamında gızarlar bu develer. Gızdımıydı ağzından yumruk gibi dağarcık çıkarır, ondan keri de lör lör lör diye ses çıkarır. Dağa daşa goyuverir sesini. Bu arada guyruğunu da çirperdi. Öteki deveyle, başka bi deveyle bi gavuşurlar, birbillerini bi kagdırırlar. Biri dizini ısırır, öbürü ısırtmaycağn diye çığrınır gayrı. Ondan sonra gaçıverirdi öteki bağıran belenlere ağrı. Bazan biz de araya girip yularından dutup aralamaya çalışırız gavgalarını develerin emme dağda gendiliğinden gavga ederken esas biribillerini öldürürler geverken geverken.


         Garı, gız, oğlan uşağı ayıracağz diye goşdururuz gayrı belenlerde. Hayvanları arkaça yatırırız. Eser yakaya hayvan yatırılmaz. Çiğnine, boynuna, depesine boya süreriz bilelim malımızı diye. Gulağının arkasını, ucunu dilip en yaparız. Malımızı hep biliriz. Hepisinin bi adı vardır. Yirik goyun, gözü gızıl goyun, sazan goyun, ala goyun, gır goyun, garagız, hepsinin bi adı olur anlıycağn. Gayalık, kirinci, köşşek deve, gara deve, gızıl deve olur. Emme köşşek yerine Ermenekliler boduk derler.”
 

Fotoğraf için: Hasan Köksoy'a Teşekkür ederiz..

  Madem ki Yörük obasını yaylaya çıkarmayı başardık o halde yayla göçüne şimdilik ara verelim ve bu sefer Barcın yaylasında değil de Sarafa’ya çıkan bir yaylacı göçer kadının dağlarda, yaylalarda güddecilik nasıl olurmuş anlattıklarına kulak verelim;
         “Yaylaya çıkdımıydık ya goyunuň önünde baş çekicisi olur. Başara deriz biz ona. Goyun onun arkasından geder. Sabah 9-10 gibi goyunlar sarınçdan gelir. Sarınçdan yalaklara su dökülür ve sulanan goyun eğriğine geder. Ondan keri goyunlar ya eğrikde ya da sağılacak yerlerinde sağılır. ‘Guzu daşı, gebelekli daş’ gibi böyük böyük gayalarla ardıçların olduğu eğriklerdir bunlar. Goyunlar sağıldıktan sonra örüye sürülür. Önce başara sürülür, sonra da diğerleri. Guzuyu felana çoğucaklar güderler. Hepsi ayrı bi goyagda olurlar amma goyun guzunun, guzu goyunun seleninde olur. Guzunun, goyunun çanları olur. Çoban uyukladı diyelim. Ondan sonra da tarpadak galkdı. Mal nerde? Goyun, guzu nerde? Seleninde mi nerde? Çoban çan seslerinden goyunu, guzuyu bilsin diye çan dakılır. Bi de mal hep birbirine yakın goyaklarda olur.


         Çoban çıkdımı malları buluversin diye selenide olur hayvanlar. Goyunu saat 1.5 gibi sağdık. Sonru guzuyu içine sürer emişdiririz. Sonra da seçeriz. Kiş seçeriz yani. Goyunla guzuyu birbirinden ayır, goyunları önce gönder. Goyun biraz aralansın bakalım. Güddeciler onca goyunları alırlar ve onlar gederler. Onlar biraz aralandıktan sonra da guzular geder. Buna deriz biz “kiş seçeriz.” deyi. Senin, benim hayvan bir, iki gün yayılır. Öğrek, yani hayvanlar, artık ne olursa, gısrak, tay, gula, yani gırmızıya çalan iri hayvan geldi. Sarınçdan yalağa su döküp hep bir olup sularsın hayvanları.

         Ondan sonra evin ağında düz say duzla daşlarında da hayvanları duzlarsın. Öğrekden dönen hayvanları beklerken de başıboş dolaşan sahipsiz develer filan sarınçdan yalaklara dökülen suyu içmesinler deyi, develerin guyruglarına ya delik daş bağlarız veya teneke parçağı bağlarız. Ööökh ya, öökh yaa diye diye deve gorkudulunca deve gaçarken delik daş ayaklarına çarpar. O gorkuyla ‘galan’ dağları, belenleri bulur. Malımızı bilebilelim diye hayvanlara en yaparız. Kimisi gulağına en yapar, kimisi buynuzuna damga vurur, kimisi gulağının ucundan yakar. Gulağını azıcık kesip yireriz biz de. Gulağının ucundan azıcık şişleriz. Değişik değişik en yaparız işde.

         Dağlarda gaval çalıp davar güderken anasının doyuramadığı oğlakları da yaşatamayınca dutar keseriz. Oğlağın gursağını çıkarıp onunla peynir çalarız. Derisini yüzdükten sonra da onu ‘yannık’ ederiz. İçine de bi güzel yoğurt, ayran katılır. Yannığın beline bağlamak için de goyun yününden parmak galınlığında bağ yaparız. Ayranı da bi güzel gattıkdan sonra gaşıklığa düğleriz. Erkek soğanı da gırıp yannığa goyarız. Tarlada, bağda behçede çalışdıktan sonra iyice yorulunca da gelir azığımızı kölgeden alıp yeriz.

         Darı ekmeğinden doğramaç, yanında da soğan oldumuydu ya tamam. Çay yok, gayfe yok. İkindinden gara eşşeğe binersin. Gara yelde imanından gara su akar öz. Midan da eğşir. Üstüne datlımı yen, acımı yen gardaşım? Eve vardııın. Çorba, çökelek bişey bulusan bi gaşıglardın. Bal gibi gederdi vallaha. Herşeyin gene de bi dadı varıdı o vakit. Yannığı eve eletiriz. İçini iyice yürüz, duzlarız. İşamların dışındaki gızıl gabugları yay gelmeden oyar, büber gibi eleriz. Buna ‘eggi’ deriz biz. Sakızlağın dışındaki yapraklarından alırız, akşamleyin eggiyle garışdırır, yannığın dışına çileriz. Yannığın içinde de duz olacak haaa.

         Dışının kokusu sabaha kadar içine de siner. Mis gibi tüter olur. Saplı sepetin, yani kaşıklığın içine yannığı gatar, sapına da bağlarız. Bu saplı sepete ‘gaşıklık’  güçük sapsız sepete de ‘öküz sepeti’ deriz biz. Bu sepetile öküzlere saman felana döküldüğü için böyle denir. Çift sürerkene de yannık yanıbaşımızda olur.

         Yaylaya çıkarken tavuk bişer, içi doldurulur. Ekmek gevredilir, darı gavrulur. Küncü, darı gavrulur. Küncüyü, darıyı daş dibekte solkuyla iyice döğeriz. Bi gutu gadar olur o. Bunu da bi kilo gadar şekerile döversin. Beyaz bi kesenin içine gatar gavut yaparız. Evel bi tek darı ekilirdi, küncü, pambık ekilirdi. Buna ‘darı eggisi’ deriz. Eggiyi ekeriz. Öküzleri suya gatar bi çimdiririz. Göçe yakın, yorgunlukları çıksın deyi çiftten çıkan öküzler yağlı püseyle iyicene yağlanır.  Bu vakitler ‘ekici göçü’ başlar gayrı. Ondan sonra da mal melal, develer yüklenir, ala karlı marlı apbacık olurdu hep dağlar. O zaman göçülürdü bi de. Buna da ‘baharcı göçü’ derdik biz. Harmanlar kaldırıldıktan sonra ‘harmancı göçü’ yapılırdı. Harmancılar gederdi o vakıd da. Bu da harmancı göçü işde. Ağustos sonunda tekrar Anamur’a gedilirdi. Küncü yolumunda herkes yavaş yavaş gelirdi artık geriye. Buna “son göç” denilirdi. Eylül, Ekim aylarında da yaylada son galanlar gelillerdi gayrı geriye. Ağustos ayının 21. gününe biz ‘Gündönümü’ deriz.

         O zamana gadar hayvanlar o belenden bu belene dolanıp tarama yaparlar. Guzular eğrikde gırkılır. Ağustos, Eylül aylarında goyun tek olarak, yani guzu emmeden sağılır. Ondan sonra da ‘yepindi’ yapılır. Süt bişerken içine 1 gaşık yoğurt garışdırılır. Biraz pişirilir. Yoğurt gibi çok datlı, ‘ağız’ gibi bi şey olur. Yepindiyi de ağızı da pek bilmezler başka yerde. Temmuz, Ağustos sonunda guzular analarını unutup emmez olurlar. Ondan sonra goyunu guzuya gatarız. Anasını unuttuğu için guzu artık emmez. Buna da ‘katıntı’ deriz. Kasım ayında darılar gırılmaya başlar başlamaz Yörükler de Barcın yaylasından, Sarafa’dan geri göçerlerdi. Sarafa çok yüğsek, geniş havaleli, suları bol, sarınçları dopdolu olurdu gömgök suyula. Sarınçlar bitmeye yakın yükler sarılmaya, develer yüklenmeye başlanırdı. Darılar gırılır, toplanır, guyuların içine darılar doldurulur, sonra da üşür kesilip Yörüklerin de payları verilirdi. O vakıtlar artık güldür güldür deve çanlarından, güğücük güğücük dorumların goşdurup bağırışmalarından geçilmezdi o goyaklarda.”  

         Bu insanlar bütün hayvanlarını tanır, bilir, sever. Hayvan sayısı ne kadar çok olursa olsun, bir emlik kuzunun anası, bir el oğlağı, anasından yeni doğmuş bidiler, daylaklar, köşşeklerin hepsi tanınır ve bilinir. Hayvanların tanınmasını sağlamak, diğer sürülere karışmalarını önlemek, başka sürülere veya ağıllara gitmiş hayvanlar varsa bunları kolaylıkla ayırabilmek ve sürüye sahip çıkabilmek için “en” denilen değişik işaretler veya hayvanın tanınmasını sağlayacak başka şeyler yapılır. Bunun için bilinen en yaygın usul aynı sürüdeki hayvanların belli bir yerlerine, genellikle boynuzları veya arka ayakları üzerine aynı renk boya ile işaret koymaktır. Bunun dışında hayvanların yünlerinin kırkılması, kulaklarının boyanması, kulak uçlarının hafifçe kesilerek işaret bırakılması veya delinmesi gibi usuller de vardır. Bunun dışında hemen bütün hayvanların fiziki özellikleri ve huylarıyla ilintili olarak isimleri de vardır. Hatice, Arife, sarıgız, Kel keçi, Gerkeçi, Gabış deke, Çapar deke, Gımçınıcı, Mısmıl şey, Aladeke, Gızıl burun gibi isimler hayvanların tanınmalarını sağlar.


         Hayvanların ardıç kokularıyla, pinar, toru, topuklu tikenlerle şalbalar, bobaccalar, burma, sarı diken, çiğdem, gılırot, dilfir, göyündürme otu, guzu göbeği, eşek kekiği, innelik, mümmümcük ver koyun çiçekleri arasında ağıtlar ve türkülerle otlanırlar.  Güddecilerin kaçan hayvanları geri getirmek, hayvanları biraraya toplamak, onları yürütmek veya durdurmak için kullandıkları bazı ifadeler vardır. Develeri çağırmak için “O ökh ya” ifadesi kullanılırken, hayvanı ıhdırmak için “Ihh ıhh” şeklinde bir sesleniş söz konusudur. Koyun ve keçilerin durması veya bir yönde toplanmaları için “Ayyyy ayyy”, hayvanları önüne katıp götürmek için “Çihhuu çiç”, çağırmak veya kovalamak için de “Bici bici, bççu bççuhu, bç, bç” şeklinde ifadeler kullanılır. Hayvanlarla anlaşabilmek için bütün bunları iyi bilmek zorundadırlar. Sağa sola kaçışan, sürüden ayrılan hayvanları çevirmek için “heykirir dururlar” güddeciler günboyu. Yörük insanı için hayvanı herşey demektir, hayatının vaz geçilmez bir parçasıdır. Dorumu bir başka güzel, keçisi bir başka değerlidir. Malı melalı herşeyidir onun. Evin geçimidir, Yörük gencinin düğünü, Yörük kızının çeyizidir. Mis gibi ayran, keş, yoğurt, tereyağı yapabilmek için koyun derisinden ayrıca tuluk da yaparlar.

           Burada “evcik” ifadesinin ne olduğunu kısaca açıklamakta fayda vardır. Evcik, 15-20 metrekarelik bir alan içerisinde, eninden kapı bırakılarak ve genellikle 1-1.5 metre yüksekliğinde taş duvar örülerek oluşturulan ve sadece Anamur’a özgü olan bir yapı türüdür. Bu şekilde oluşturulan taş yapının üzerine alacık isimli uzun direk de yerleştirilerek evin çatısı da oluşturulur. Duvarla alacık arasında kalan kısımlara enine bağlanmış ince dilmelerle, örtü vazifesi görmek üzere iğne yapraklı pür dalları örtülür. Evin kapısında ise herhangi bir hayvanın içeriye girmesini önlemek üzere çapraz olarak yerleştirilmiş iki uzun sopa veya direk, içerisinin görülmesini engellemek için de kilim asılıdır. Pürevcik yapımı son derece basit, pratiktir ve pürevcik de özellikle yaz döneminde son derece kullanışlıdır. Anamur’da komşunun insan hayatında ve sosyal hayatta ne kadar önemli olduğunu göstermek için söylenen ve “Ev alma komşu al.” sözüyle aynı manada olan “Komşuyu bul, alacığı öyle çak.” ifadesi çok yaygındır.

         Yörük çadırı için gerekli olan dokumalar genellikle ıstar denilen dokuma tezgahlarında dokunur. Keçi kılından çul, çaput, çuval, kıl heybe gibi eşyalar dokunur. Dokunan ala çullar yanış denilen değişik motiflerle bezenir ve özellikle göç zamanı un, bulgur, buğday, tarhana, mısır gibi yiyeceklerin muhafazasında kullanılır. Ala çuvalların taşınmasında kolaylık sağlaması için çuvalların etrafını çepeçevre saran ve golan adı verilen bir tür kuşak vardır. Ağır zahire çuvalları bu golanlardan tutulmak suretiyle katırlara, eşeklere ve develere yüklenir. Keçi kılından başka koyun yününden de kıl haba, keçe, kepenek ve post yanışlı kilimler dokunur tezgahlarda. Kırklık denilen makaslarla koyunlardan kırkılan yünler yıkandıktan sonra güneşte iyice kurutulur. Daha sonra kök boyayla boyanan yünler eğirtmeçle eğrilip ıstarlarda dokunur. Hemen her Yörük çadırında bulunan ısdar ve eğirtmeçle ilgili “deyişetler” de vardır. İlk deyişet ölen bir damat veya ölen genç evlat için söylenir. İkincisi ise elinden hiç iş gelmeyenlerle ilgilidir;

Evlerinin önü kıl ısdar
Doğrul yavrım boyunu gösder
Uzaktan bubalık geldi
Damadını isder  
Eğiririn eğirdiğim üremez
Eğirdiğim emeseme yaramaz

         Dokunan bu kilimler göz alıcı motiflere ve özellikle kırmızı, sarı, mavi, beyaz, yeşil gibi çarpıcı renklere sahiptir. El emeği, göz nuru bu kilimler ortaya serildiği gibi, Yörük kızlarının çeyizi olarak da ayrı bir değere sahiptirler. Eski Yörük çadırlarında nizam, intizam “imaratca” sağlanmış olur. Özellikle modern şehir hayatına geçmeden önceki dönemlerde, yol, su, elektrik ve yaylaya çıkacak vasıtanın bulunmadığı yıllarda kalabalık Yörük obalarında Yörük beyinin çadırı daha büyük, daha gösterişli olurdu. Evin beyi, ailenin reisi ve evin erkeği olarak ala kilim, mavra veya tülücenin üstünde müstesna bir yerde oturur, başucundaki periye de gırmasını ve musafını asardı. Çadırlarda kapının yönü arazi ve hava şartlarıyla ilgili olmakla beraber daha ziyade doğu istikametindedir. Çadırın tabanına genellikle kara çul, çaput, dokuma kilim ve tülüce atılır. Çadırın tertibi ve düzeni evin hanımından sorulur. Günlük hayatta kullanılan ve yaylaya çıkarken getirilen eşyaların en önemlileri ise dibek, yayık, bişşek, su kabağı, sac, oklava, iteğe, senit, şiş, namazlağa, savan, gayfe değirmeni, gırma üfek, kaval, sıranı, sayacak, somad, solku, sahın, sini, tokucak, tuluk, tahra, kulaklı, boçuk, delikız, çomça, helke, güğüm, haranı, harana, sitil, sındı ve bardak yani toprak tesdidir. Kalabalık obalarda çadır veya pürevcik ala çuvallar, çaputlar veya zahire çuvallarıyla ikiye ayrılır. Akrabalar, misafirler veya çocuklar ayrılan bu kısımda uyurlar. Tek göz çadır veya pürevciklerde ise “müheri” kapıdan girince tam karşıdadır.

         Temizlik en çok dikkat edilen hususlardan birisidir. Kadınlar dere giyeceklerini giyip “geysiliğe” giderler. Deterjan ve sabunun olmadığı dönemlerde işlerine en çok yarayan malzemeleri tokucak, küllü su, zeytin veya tesbi giliğidir. Tokucak, yıkanan çamaşırların pisliğini atmak üzere iyice döğülüp kirinin yumuşatılmasına yarar. “Küllü su” hemen her ağaçtan yapılmasına rağmen özellikle meşe ağacının külü Yörük kadınlarının, ayrıca geysiliğe giden hemen bütün köy kadınlarının istifade ettikleri bir temizlik malzemesidir. Kışın ocakta yakılan odunların külleri elenir ve yapılan iş, çalışılan ortam ve giyilen elbiselerin özelliğine göre daha yoğun ve temizlenmesi daha zor olan inatçı kirlerin temizliğinde kullanılmak üzere saklanır. Meşe veya pelit ağacının külünün suda kaynatılıp dinlendirilmesinden sonra elde edilen madde topluca gidilen ve “geysilik veya geğsilik” denilen su kenarlarında kurulan kazanlarda suyla iyice kaynatılır ve bu küllü su durulanmaya bırakılır. Sıcak su ve tokucak marifetiyle yumuşatılan kirli çamaşırın üzerine “kevki” ile küllü su ilave edilir. Daha sonra çamaşırlar durulanır ve kurumaya bırakılır. Bütün bunların dışında kül ve küllü su mutfakta kullanılan tencere, tava, haranı, sahın gibi kapların temizlenmesinde de kullanılır. Ayrıca küllü su ile yapılmış çamurla sıvanan kaplar ateş üzerinde aynı şekilde hem kabın yıpranmasını önler, hem de bu şekilde ateşin sıcaklığı aynı derecede tutulmuş olur. Sıcaklık kabın her tarafına dengeli bir şekilde yayılacağı için yemeğin yanması önlendiği gibi, pişen yemek ateşin üzerinde bir müddet daha tutulmak suretiyle lezzeti de bir kat arttırılmış olur. Zeytin çekirdeği ve tesbiden de temizlik maddesi olarak istifade edilir. Tokucak veya taşla ezilen çekirdekler suyun içine atılınca tıpkı deterjan veya sabun gibi köpürmeye başlar. Bu şekilde elde edilen malzeme de temizlik için kullanılır.


Hazırlayan: Doç. Dr. Ulvi KESER

Elektronik Adresi: ulvi.keser@gmail.com

Çalıştığı Kurum: Atılım Üniversitesi, İşletme Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

Telefon Numarası: 0.544.4530144

Bu haber 3404 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

Güncel Haberler

Mevlüt Akgün Karaman Belediye Başkan Adayı Oldu.

Mevlüt Akgün Karaman Belediye Başkan Adayı Oldu. AK Parti Karaman Belediye Başkan adayı Mevlüt Akgün oldu.

Oktay Toptaş Muhtar Adayı Oldu

Oktay Toptaş Muhtar Adayı Oldu Oktay Toptaş Yukarı Mahalle Muhtar Adayı Oldu
Demokrasi Kazansın01 Nisan 2024

HABER ARA


Gelişmiş Arama

© 1999 - 2025 haber sitemize girilen ve yüklenen yazı, bilgi belge, içerik ve fotoğrafları Kazancı haber her türlü basım yayın kitap broşür vb işlerde kullanabilir sahipleri bu konuda muvakatname vermiş sayılır. Ayrıca sitede yayınlanan her türlü veri kazancı haberden izin almadan kullanılamaz. Haber, Köşe Yazıları ve yorumların sorumluluğu sahiplerine ait olup, sitemiz bu konuda herhangi bir sorumluluk kabul etmez.

RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Altyapı: MyDesign Haber Sistemi